“Bu meçhul ihtiyara kim olduğunu,
nereden geldiğini sormadım diye üzüldüm doğrusu...”
Babamın ben çocukken anlattığı
bir hatırayı sizinle paylaşmak istiyorum... Babam fırıncılık
yaptığı yıllarda bir gün üstü başı eski olduğu kadar kıyafeti bize
benzemeyen bir ihtiyar gelir fırına… Gerisini babamdan
dinleyelim:
“İhtiyarın alnındaki derin
kırışıklıklar, yılların acılarını yansıtıyordu... Belli ki çok
çileli bir hayat sürmüştü... Başı hep öne eğik, kimseyle yüz yüze
gelmek istemez gibi ürkek ve tedirgindi... Adımlarını korka korka
atıyor, sanki her an ardından ensesine yapışacak bir gizli el
varmış gibi tetik bekliyordu... Geniş pencereli vitrine, sıra sıra
dizilmiş nar gibi kızarmış ekmeklerin arasından, bir müddet bu
ihtiyarı seyrettim... Fırının giriş kapısı ardına kadar açıktı...
Öğle vakti yaklaşmıştı. Ekmek ihtiyacı olanlar, ikişer üçer gelip
kendilerine göre iyi pişmiş olanlarından seçerek, ihtiyaçları kadar
ekmek alıp gidiyorlardı... Bu ihtiyar, ekmek alanların arasında bir
sığıntı gibi yaklaşıp, yüzüme bile bakmaya cesaret
edemeden...