“Yıllardan beri içimde hiç
küllenmeyen pişmanlık ateşi, beni her geçen gün yakıp
kavuruyor...”
Ben, varlıklı sayılacak bir
ailenin kızıydım. Yirmi yaşıma geldiğimde, annem babam yerine
işlerimi kendime danışıyor, “zevkler ve renkler danışılmaz”
diyerek, müstakbel eşimi kendim beğenmeye
çalışıyordum.
Evleneceğim kimsede aradığım
özelliklerin içinde mal mülk, tahsil, ahlâk, ikinci hatta üçüncü
plândaydı. Yakışıklı olması yeter de artardı bile...
İşte böyle birini bulmuştum.
Otelde çalışıyordu. Üstelik benimle ilgileniyor, her sözünü
yaldızlı cümlelerle süslüyordu. İltifat dolu sözlerine ve
mesajlarına kandım. Ailemin karşı çıkmasına rağmen, onunla
evlendim.
Evlilik heyecanı çok kısa sürdü.
Sonra kurallarımızın karakterlerimizin birbiriyle çarpışması, iki
farklı düşüncedeki kimse olarak birbirimizden kopmaya
başladık. İşte insan o zaman anlıyor, hakiki kimliğe o zaman
bürünüyor.