"Bu gözü dönmüş haramiler; herkesin eşyasını, yükünü üstünü başını
didik didik aradı...” Erzurum'un Narman ilçesinde ninem, o
ziyaretimde “sana bir sır vereceğim” diyerek seferberlik zamanında
yaşadığını anlatmaya devam ediyordu... Tokat ile Erzincan arasında
eşkıyanın nasıl bunları çevirdiğini söyledi. Nefes nefeseydim:
-Aman Allah’ım! -Zalim bir çete; kafilemizi basmıştı. Herkes
korkusundan birbirine sarıldı, tir tir titriyorduk!
- Olacak şey mi? Kızıl Rus gitti, bu sefer de "yerli Ruslar" geldi
desene!
- Aynen Ragıp’ım; yerli haramiler, eşkıyalar; ne sayarsan say!
Kafilemiz ihtiyar, hasta, kadın ve çocuklardan ibaret. İşe
yarayacak erkekler zaten cephede…
- Peki, Yusuf Dedem niçin asker değil?
- Onun da bütün kardeşleri askerdi. O okuduğundan dolayı, ailenin
başında bulunsun istemişler. Bu gözü dönmüş haramiler; herkesin
eşyasını, yükünü didik didik aradı, darmadağınık ettiler. İşe
yarayacak bir şey bulamadılar. Zaten yoktu ki, bulsunlar!
Dedeni ele aldılar: “Tez altınların, Mecidiyelerin yerini
göster!” deyip dövmeye sövmeye hakaretler savurmaya başladılar. O
ise yemin billah ediyor olmadığına! - Sen ne yaptın?
- Ben zaten ölüp ölüp diriliyordum âdeta! Gittim, eşkıyalara
yalvardım: “O hafız, hoca, onun bir şeyi yok” desem de nafile. “Biz
şimdi onu konuşturmasını biliriz” deyip sakalından tutup sürükleye
sürükleye bir çukura götürdüler… Dizlerimi döve döve ağlamaya
başladım. Yandım, kavruldum! Artık ağlamaktan başka elimizden bir
şey gelmiyordu. Bütün kafile ah u figan ediyordu ama eşkıyada zerre
merhamet yoktu.