Bana anlattığı hikâyelerden çok,
“bil bakalım sana ne vereceğim” demesini beklerdim...
Öğleden sonraları pamuk helvacı
geldiğinde başına üşüşen kız çocukları, pembe bir yumağı
burunlarını değdire değdire yemeğe başladıklarında Taşlıbayır’dan
inen esmer macuncu, Tüzman Apartmanının köşesinde, oğlanların
iştahlı siparişlerinde kırmızı mavi yeşil sarı macunları ince tahta
çıtalara dolamış olurdu…
Binbir hengâmenin yorgunluğunda
soluk soluğa kalan sokağımız akşam saatlerinde işten dönen
babaların, ekmek paralarını hak etmiş ter kokan o namuslu adamların
ağır adımlarını da sırtlayıp karanlığın çökmesiyle ıssızlaşmaya
başlardı…
Yaz geceleri soluk sokak
lambasının gölgeler peydahlayan oyuncu neşesine imkân veren deniz
kokulu esintilerin uğradığı evimizin camında babaannemle
otururdum…
Bana anlattığı hikâyelerden çok,
birazdan “bil bakalım sana ne vereceğim” demesini
beklerdim...