“Görünmez kazalar bazen
insanın sonu oluyor. Yıllar geçtiği hâlde o anı hiç
unutamam...”
Doksan üç yaşında bu hatırayı
yazıyorum. Otuz yıllık askerlik mesleğimde iki arkadaşlık unutulmaz
demiştim. Birisi av arkadaşlığı, diğeri asker arkadaşlığı...
Ayvalıklı Osman ismindeki askerim de kendisini ava götürmemi çok
istediğini belirtmişti.
Av fişeğini doldurup,
dolduramayacağını sordum. “Babamın fişeklerini hep ben doldururdum”
dedi.
“Pazar günü götüreceğim. Yalnız
para vereyim, çarşıdan malzemeleri al ve doldur” dedim. Cumartesi
günü alıp doldurmuş. Pazar sabahı lojmana geldi. Öğle azığımızı,
çayımızı, çaydanlığımızı, yani çay malzemelerimizi, ispirto
ocağını, öğle nevalemizi alarak epeyce uzakta olan Aşkale’nin
Tuzla'sını da geçerek, ırmağın ikiye bölünüp birleştiği yere
geldik... Oraya hemen Eskimoların buzlardan evleri olan igloya
benzer bir bekleme yeri yaptık. Boyumuzu aşan bu kar yığınına
birkaç da delik koyduk ki gelen ördekleri görelim ve ateş edelim.
Getirdiğimiz ufak oturaklara oturduk. İspirto ocağımızı yakıp içini
karla doldurduğumuz demliği koyduk. Derken yukarıdan iki ördek
kendilerini suyun tatlı akışına vererek önümüze
geldiler.
Ben hemen hazır olan tüfeği
mazgaldan uzattım nişan alıp tetiği çektim. Bir de ne görelim?
Hayvanlar âdeta selam verip gittiler!.. Derken sağdan tek
ördek önümüzde arz-ı endam etti. Artık kaçamayacaksın dercesine tam
nişan alıp tekrar tetiğe bastım. Hayvan bir bize baktı, bir de
gideceği yere yollandı. Hem çayımızı içiyor, hem de gelen ördekleri
korkutuyordum.