“Koskoca adam bir yumrukta boş bir çuval gibi yere yuvarlanmasın mı? Hayret!..”
Çatmışım bir belaya!.. Bu ne yüzsüz adamdı böyle? Her dediğini kabul ederek iş yerime yöneldik. Bu arada içimden diyordum ki: “O brandayı açana kadar yeğenlerimi ararım. Şu kendini bilmez kabadayıya haddini bildiririz...” Dükkâna yaklaştık. “İşte şurası” diye yeri gösterdim. “İn aşağı muavinlik yap” dedi. Ben muavinlik yaparken gaza öyle bir yüklendi ki avazım çıktığı kadar bağırdım: "Hop! Hooop!" Ama koca kamyon geri geri geldi duvara “gümm” diye çarptı. Duvar karton kâğıt gibi içeri geçiverdi. Kamyon fren yaptı ama arka kısmı eve çoktan girmişti bile. Bu, indi aşağıya öfkeyle üzerime yürüdü: -Behey şaşkın! Niye 'dur' diye bağırmıyorsun! -Bağırdım ama duymuyorsun ki? -Niye daha çok bağırmıyorsun! Bu eve açılan zararı sen ödeyeceksin! Senin yüzünden oldu… Ne âlâ memleket… Ama yeğenlerimi çağıracağımı düşünerek “gösteririm ben sana kocaoğlan” diye cevap vermedim, “Tamam o masrafı da ben öderim” dedim. Dediğim gibi o, arabaya çıkıp brandayı açarken ben de bürodaki telefondan yeğenime haber verdim. “Hepiniz toplanın gelin” dedim. Maksadım adama bir güzel meydan dayağı çektirmekti. Dört yeğenim bir solukta dükkânda oluverdi… Adam yeğenlerimi görür görmez bana bağırdı: "Bunları, beni dövdürmek için çağırdın değil mi?" Baktım işi anlamıştı. “Değmez!” dedim içimden. Cevap verdim: “Yok canım ne alakası var. Mal indirmek için çağırdım.”