“Elimizde çeşit çeşit otlarla
doldurulmuş sepetlerimiz olurdu hâlâ gözümün
önündedir...”
Çocukluk hayatım belki bugün çile
gibi görünür. Ancak bugün bakınca özlediğim, kollarımı açarak koşup
tatmak istediğim bir hayattır. Tıpkı büyük şair Şehriyar’ın "Haydar
Baba’ya Selam" adlı şiirinde yaşadığı gibi.
Ben koyunun, kuzunun ardına ne
zaman düştüğümü bilmem. Hep onlarla beraber olan, onların canıma
can kattığı varlıklarının hiç kaybolmamasını istediğim bir çocukluk
hayatım vardı. Kışın ocak ayından itibaren koyunların kuzulamaya
başladığı, bir iken iki, üç iken beş olan gitgide fazlalaşan
kuzuların, sonra da oğlakların doğduğu, on koyun, altı keçi varken,
bunların yavruları ile ikiye katlandığı bir kışın sonunda bahar
gelirdi.
İnek ve öküzler köyde tarlada
yayılırdı. Koyun ve keçiler köyün sürüsüne katılırdı. Bize de
baharın ilk aylarında oğlak ve kuzuları gütmek kalırdı. Biz onları
gün boyu bütün bir bahar güderdik, ama elimizde bir bıçak ve bir
sepet de olurdu. Mahallenin çocukları akşama kadar hem oynar hem
oğlak, kuzu güder, hem de sepetlerimizi topladığımız otlarla
doldururduk. Baharın suları, eriyen karların verdiği güçle coşardı.
Bazen coşkun derelerin kenarına yüzükoyun yatar, suların akışını
seyreder ve o sularla birlikte biz de başka yerlere sürüklenirdik.
Bu, suların gözümüzü aldatması, hızları ile bizi bizden alıp başka
yerlere götürmesi gibi bir şeydi.