“Bizim yöremizde bir gelenek vardır. Felakete uğrayan komşusuna
herkes yardıma koşar.”
Bu genç askerde iken memlekete izne gidecekken cep harçlığını bile
asker arkadaşlarından tedarik etmiş… “İzin dönüşünde öderim”
diyerek memlekete dönmüş. Memlekete gittiğinde de hısım akrabaları
ziyaretinde kendisine verilen üç beş kuruş cep harçlığını
harcamayıp biriktirmiş ki izin dönüşü birlikteki arkadaşlarına
borcunu ödesin…
Ve gariban çocuk otobüsü kaçırdığında o telaşla el etmiş bir
taksiye… “Beni şu otobüse yetiştir abi” demiş… Adam bakmış ki bu
çocuk öyle kendini savunabilecek biri değil. Yol bilmez iz bilmez
delikanlıdan beş kat fazla para istiyor. Çocuk şoförün istediği
parayı veriyor ama birliğinde arkadaşlarına ödeyeceği para gittiği
için kahroluyor. Şimdi ne yapacak? Gittiğinde birlikteki
arkadaşlarına ne diyecek?
İşte delikanlı bu çıkmazın içinde kıvranıp durmaktaydı… “Ah
yokluğun gözü kör olsun” dedikleri şey… O çocuğu kahreden, kıvrım
kıvrım kıvrandıran esasında bir kalantorun bir restoranda yediği
yemek üstüne bıraktığı bahşiş parası kadardır. Ama bu para birada
bir yiğidi otobüs koltuğunda kıvrandıracak kadar önemli meblağdır.
Ve bu delikanlı gittiği birliğinde arkadaşlarına mahcup olacağı
için, borcunu ödeyemeyeceği için kendi kendini yiyip
bitiriyordu…
O çocuğu orada öyle bırakamazdım. Bu delikanlıya yardım etmeliydim.
Ama onun kalbini kırmadan yapabilmeliydim bunu. Bizim yöremizde bir
gelenek vardır. Felakete uğrayan komşusuna herkes yardıma koşar.
Samanlığı yanana herkes bir balya bir bağ saman götürür. Hayvanı
ölene yardım edilir, hastası olanın işini komşular yapar…
Bu gelenekle yetiştiğimiz için şöyle başımı çevirip otobüsteki
yolculara göz gezdirdim. Elazığ Gakkoşlar diyarı, canım memleketim…
En az yedi sekiz kişi tanıdık çehreydi, aşinaydı… Şoföre gidip
durumu anlatarak yolculara hitap etmek üzere izin aldım: