“Ne yani, şimdiye kadar adam yerine konulmayan ben burada patron
mu olmuştum?”
Ben hâlâ bir şey anlamıyordum. Genel müdürüm ile birlikteydim, ünlü
prodüktörle konuşmaya gelmiştik. Ama benim burada olmamın amacı
neydi? Derken bizi kurumun yemekhanesinde ağırladı o beyefendi.
Yemek sonuna kadar kendi aralarında sıradan muhabbet ettiler. Artık
neredeyse el sıkışıp ayrılacak hâle gelmiştik.
Nihayet müdürüm eskilerin deyimiyle sadede gelmişti. Ellerini
ovuşturup beni göstererek dedi ki:
— Çok iyi bir edebiyatçıdır. Senaryoları, deneme yazıları
vardır.
Beni övdükçe övüyordu müdürüm. Üstelik ben tanıtılmaya alışık
olmadığım bir mahcubiyet yaşıyordum. O prodüktör beyefendi kibar
bir şekilde bana döndü. Göz göze geldik:
— A ne güzel memnun oldum, dedi.
Genel müdürüm beni de şaşırtan bir üslupla beni anlatmaya, olan
olmayan marifetlerimi saymaya devam ediyordu. Utancımdan
kızardığımı hissediyordum.
“Ne alakası var efendim, ben o konudan anlamam” diyecektim ama onu
da yalancı çıkartamazdım. Ne bileyim belki bu konuşmayı taktik
gereği söylüyordu. Çünkü çok içten pazarlıklıydı. Neyi niçin
söylediğini veya yaptığını sonuna kadar anlayamazdınız.
Beni şöyle esaslı bir takdimden sonra dedi ki:
“Bundan sonra bize yapacağınız işlerde, senaryodan, stüdyodaki
seslendirmeye, dublaja kadar her aşamada muhatabınız bu
olacak.”
Beyefendinin bu sözden sonra bana bakışı değişmişti. Bunu da
hissediyordum. Yine kendisine yakışır bir nezaketle yüzüme bakarak
ortaya konuştu:
“Yeni patronumuz yani!” dedi.