“Mahmut Amca küçük ve inat çobanın yanına varıp öfkeyle karışık
iki tokat sallar suratına…”
Yaylanın renk renk, desen desen yeşilliklere ve kokulara büründüğü
bir ilkbahar günü… Köyümüzde herkes bağına bahçesine, çiftine
çubuğuna gidiyor, hayvanlarını otlatanlar çobanlığa yaylaya
çıkıyor... Meleşen kuzular baharın gelişini müjdeliyor…
Köyde herkesin çocuklarına öğüdü aynı: “Kimsenin malına mülküne
zarar vermeden otlat hayvanları...”
Salim de çocuğuna aynı öğüdü vermiştir ama çocuk bu, iyiyi kötüyü,
öğüdü nasihati unutur çoğunlukla…
Anasının babasının sözleri bir kulağından girip öbür kulağından
çıkan bu afacan, hareketliliğin verdiği yaramazlıkla sanki inat
edercesine koyunlarını elin mülküne sürer, uzaklara yaylaya gitmek
yerine…
Bu tarla köyümüzden Mahmut Amcanın arazisidir. Mahmut Amca ciddi
adam… Biraz da gaddar…
Koyunları tarlasında görünce uzaktan bağırır çocuğa:
-Heeey! Utanmıyor musun elin mülküne zarar vermeye! Çıkart çabuk
oradan koyunlarını!
Komşunun çocuğu hiç oralı olmaz… Hatta “sen misin öyle bağıran?”
koyunları çıkartmadığı gibi bir de babası yaşındaki bu adamla dalga
geçer…
Bunun üzerine Mahmut Amca küçük ve inat çobanın yanına varıp
öfkeyle karışık iki tokat sallar suratına… Sonra da haykırır:
-Defol git şimdi buradan! Bir daha böyle yaptığını görürsem
bacaklarını kırarım senin, terbiyesiz!
Tokadı yiyen çocuk, iki gözü iki çeşme koşar eve… Kendi yaptığından
hiç bahsetmeden, üstelik birin yanına bin katarak, yalancıktan da
ağlayıp şikâyet eder annesine… Annesi, bu yapılanları duyar da
durur mu? Yavrusunun gözünün yaşını silerken bir yandan da
söylenir: