“Hepimiz korku içerisindeyiz. Geceleri de gözümüze uyku
girmiyor... Tedirgin oluyoruz...”
Adamcağız başladı anlatmaya:
"Adım Yusuf… Bağcı'nın Yusuf derler... Evimiz köyün üç-dört yüz
metre dışında; yolun üzerinde, bağımızın içerisindedir... On gün
kadar önce, köye Yunan askeri geldi... Askerler köye konuşlandı...
Korkudan doğru dürüst işe gidemiyor, hayvanlarımızı çayıra
salamıyorduk... Yunan subay ve askerleri güven vermiyorlardı
çünkü..."
Bağcı'nın Yusuf burada ellerini yüzlerine kapatıp hıçkıra hıçkıra
ağlamaya başladı. Oğlunu bağrına basarak duygularına hâkim olmaya
çalışıyordu. Kendisini zor sakinleştirerek ve zorlanarak anlatmaya
devam etti:
"Köyümüzde Dimitri adında birisi var. Eskiden beri köyde kalır bu
adam. Değirmeni de var. Bu adam Rum kökenli biridir ve köye Yunan
askeri geldiğinden beri, her gün Yunan subayları ile el ele kol
kola geziyorlar. Yiyor içiyorlar, köyde çeşitli çılgınlıklar ve
bize uymayan etkinlikler yapıyorlar... Bu edepsizlikleri yavaş
yavaş namuslara el uzatmaya kadar gidiyor. Hatta köyde sabahlara
kadar eğlendiklerine dair sözler kulaktan kulağa yayılıp
duruyordu... Hepimiz korku içerisindeyiz. Artık geceleri de
gözümüze uyku girmiyor... Biz de karım da tedirgin oluyoruz... Ben
her ne kadar kuşkulu olsam da çocuğum ve karım teselli olsun diye
hep soğukkanlı gözükmeye çalışıyorum. Hatta karım bir gün önce dedi
ki:
-Bugün Dimitri’yi gördüm. Bizim evi seyrederek buradan geçti.
Bakışlarını hiç beğenmedim!..
Bu sözden iyice huylandım... O gün eve erken gelip kapımı
kilitledim. Pencereleri kapattım. Işığı da söndürdüm... Korkuyla
beklemeye başladık...
Gece yarısına doğru karımla birlikte sıçradık yerimizden... Çünkü
ayak sesleri duymuştuk...
Karım, duyduğu ayak sesleri sebebiyle korkuyla gözlerimin içine
bakarken, ben hemen silahımı alıp, kapıdan yana gittim. Ayak
sesleri ve alçaktan konuşmalar duyulmaya başlamıştı.