“Öyle ya onlar sofra kursalardı
ben de mutlaka davet edilirdim ve sofraya otururdum.”
Üniversiteye yeni başladığım
yıllardı… Ankara’da okuyordum. Haber gönderdim
aileme:
-Ben başımın çaresine bakarım
babam. Siz küçük kardeşimi okutun yeter.
Çünkü küçük kardeşim de
üniversiteye başlamıştı. Babamın geliri ikimize birden
yetmeyecekti… Bunun şuurunda olarak kendimden fedakârlık yapmam
gerektiğini düşündüm... Peki başımın çaresine bakabildim
mi?
Çok zor günler yaşadım… Şimdiki
gençlere bunu anlatmak masal gibi geliyor ama bir gün sabah
kahvaltısı yapacak evde bir şey yoktu… Ekmek almaya da cebimde para
yoktu… “Allah’ım sen sabır ver, bir kolaylık ver” diyerek öğleye
kadar evde oyalandım. Aslında ne yapsam diyerek çareler
arıyordum... Aklıma şehirde bulunan akrabalarımız geldi.
Birkaç akraba vardı ama böylesi durumda herkesin yanına gidebilmek
bayağı yüz gerektiriyordu. Düşündüm, düşündüm en uygun olan
eniştemin kız kardeşinin evine gitmeye karar verdim. Çünkü o aile
iki taraftan da akrabam oluyordu. Ama bulunduğum evden onların
evi yaya olarak yaklaşık iki üç saatlik bir yoldu… Gerçi
otobüslerle veya dolmuşlarla yirmi dakikada gidebilirdim ama ne
otobüse ne minibüse verecek param vardı…
Öğleyin de ağzıma bir şey
koymadan düştüm yola… Genciz tabii sağa sola baka baka
gidiyoruz… Karın açlıktan gurulduyor… Her taraftan mis gibi
ekmek kokusu, lahmacun kokusu geliyor burnuma… Allah’ım sen
kimseyi açlıkla terbiye etme…
O kadar yolu dura kalka yürüyerek
akrabalarımın evine geldim. Şimdi saatleri tam hatırlamıyorum ama
galiba vakit akşam yemeği için geç olmuştu… Öyle ya onlar sofra
kursalardı ben de mutlaka davet edilirdim ve sofraya otururdum. Ama
yengemin “karnın aç mı?” dediğini hiç unutmuyorum. Demek ki
onlar yemeklerini yemişti. Bana da, samimi olarak sormuştu. Ama
serde mahcubiyet var… Siz ona ister edep deyin, ister eziklik adına
ne derseniz deyin ama ben “açım evet” diyemedim.
“Sağ olun” dedim… Onlar da
üstelemediler… Ve akşam oradan buradan konuştuk… Memleketten
annemlerden babamlardan konuştuk… Okuldan derslerden konuştuk…
Çaylar geldi içtik… Ama benim açlıktan midemin kıyım kıyım
kıyıldığını söyleyemedim… Diyordum ki içimden, yani çayın
yanında bir börek, çörek, kek gibi bir şeyler gelse bari… Bir
bisküvi olsun gelse bari… Yengemlerin her içeri gittiğinde kupkuru
bir çay ile gelmesi her defasında yeni bir azap yeni bir hayal
kırıklığı oluyordu… DEVAMI YARIN