Yıl 1988, aylardan Mayıs…
Yıllarca çalıştığım TRT'den, sansürü protesto ederek ayrıldıktan
sonra geçtiğim Hürriyet'te, haberden habere
koşuyorum. Bab-ı Ali'deki binada, Ramazan Bayramı için
tatil planları yaparken, Genel Yayın Yönetmenimiz, efsane
gazeteci merhum Çetin Emeç, ona çok yakışan gülümsemesiyle
odama girdi. Hal hatır sorduktan sonra elini omzuma koyarak
“Uğur sana zor bir görev vereceğim”dedi. Zor
işlere alışmıştım ama yine de “Nedir efendim” diye
sormadan edemedim.
“Başbakan Özal, Bayram tatilini denizde geçirecek.
Amerikalı doktoru günde 3-4 saat yüzmesini tavsiye etmiş. Şu meşhur
MİT raporu konusunda ne düşündüğünü öğrenmeni istiyorum… Hele bir
de yüzerken konuşabilirsen, harika fotoğraflarla çok güzel bir
röportaj olur…”
– Çetin Bey, sizin de söylediğiniz gibi yatla denize açılacaklar.
Haydi yerlerini bulduk diyelim. Ama Sahil Güvenlik botlarındaki
görevliler çevrede kuş uçurtmazlar! Tatil sırasında telefon da
bağlamıyorlar. Nasıl yaklaşabilirim ki?
“Sen Uğur Dündar'sın, bir yolunu mutlaka bulursun!.. Ben
şimdiden o röportajı yapılmış sayıyor ve sayfada yerini
hazırlıyorum…”
* * *
Basın şehidi, cesur ve dürüst gazeteci Çetin Bey, bayramımı
kutlayıp, gönül rahatlığıyla odadan çıktı.
Çünkü daha önceki deneyimlerimden görev ne kadar zor olursa
olsun, onu mahcup etmeyeceğimden emindi.
Fotoğraf servisi şefi, değerli foto muhabiri arkadaşım
Hayrettin Karateke'yi görevlendirince, çok uzaktan
çekim yapabilen 500 milimetrelik (tele) objektife ihtiyacımız
olacağını söyledim.
Hazırlıklarımızı tamamlayıp, yeni bir habercilik serüveni için yola
çıktık!..
* * *