İstanbul Kandilli'de dünyaya geliyor. Beş çocuklu bir ailenin en büyük kızı. Ömür boyu hep “köy doktoru” olmayı düşlüyor. Öyle de güçlü bir tutku ki bu, “Tıp fakültesini kazanamazsam ölürüm” diye düşünüyor her gece…
Önceleri kocaman bir konakta varlık içinde yaşarken, babasının
işleri bozuluyor ve konağın odalarını kiraya vererek zar zor
geçinmeye başlıyorlar. Acayip yoksulluk çekiyor yani. Baskıcı
babası ve katı denebilecek annesi, evin bahçesi dışında, mahalle
çocuklarıyla oynamalarına bile izin vermiyor.
Belki de o kopukluk itiyor onu yıllar sonra Anadolu'nun o taşlı
çamurlu yollarına. O topraklarda
köylülere çare oluyor, kendisi de ilham buluyor.
Tıp okurken evleniyor. Büyük oğlu doğunca ilk ciddi hastalığını
geçiriyor: Tüberküloz. İkinci oğlunda da ikinci tüberküloz!.. Hem
de bu defa kemiklere yayılıyor.
Tam “sekiz
ay” yüzüstü yatması gerekiyor. Evet
upuzun sekiz ay!..
Onu bile şikayetle anlatmıyor. “Kayınvalidem çok iyi bir insandı, pişirdi, kotardı, besledi beni, o halde yatarken çocuklarımla da oynadım, ders kitaplarımı önüme açıp ders de çalıştım” diyor.