İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun
Maltepe’deki “İstanbul’a Yeni Bir Başlangıç Buluşması” gerçekten de
birçok yeniye sahne oldu. Bir imamın çıkıp dua etmesi gibi...
İmamın konuşmasının sonunda “El Fatiha” deyip kitleyi Fatiha
Suresi’ni okumaya çağırması gibi... Aslında “yeni” oluşu
fotoğraftan da belli oluyor. Eller çok fazla alışık değil,
görüldüğü gibi. Kimsenin dini inancını ve gerçekliğini sorgulamak
aklımızdan bile geçmez ama şu soruyu sormadan geçmem olanaksız.
Bir dizi geliyor aklıma da...
Tek bir tane soracağım.
Bunu “Ekrem İmamoğlu” değil de başka bir partinin genel başkanı
yapsa ne derdiniz?
Doğru oturunuz ve lütfen doğru yanıt veriniz...
Laiklik damarınıza dokunmaz mıydı?
Benim dokunuyor.
Kim yaparsa yapsın!
İliklerime kadar Cumhuriyet ve devrimleri damarıma dokunuyor.
ELİNİ VİCDANIMDAN ÇEK
Siyaseti ve dünya işlerini dinimizden özenle ayırmamız gerektiğini
sözde değil, özde bellemişiz.
Nereden çıktı bu mitingte din görevlisi ve dua?
Bizim siyasetimizde böyle bir gelenek yok, ta ne zamandan bu
yana...
“Kul ile Allah arasına hiçbir mevcudiyetin girmeye hakkı yoktur.
Bunun içindir ki, din işlerinden hükümetin elinin çekilmesi
lazımdı. Laik bir hükümet lazımdı. Memleket işlerini yalnız ve
yalnız Türk milletinin yüksek menfaatlerinden ilham alarak yapan
bir hükümet kurmak lazımdı. İhtilal bunu yaptı. İhtilal de böyle
yaptı; yapmak mecburiyetindeydi. Aksi vicdanlara tecavüz ve
tahakküm olurdu. Bu ise zulmün en büyüğüdür. Bunu ne İslamiyet, ne
de asrımız zihniyeti caiz göremez. Çünkü dinin, şunun bunun elinde
tahakküm vasıtası olmasına sebep olur. Tarih böyle kaydediyor ve
böyle söylüyor.” (Mahmut Esat Bozkurt, Türk İhtilali’nin
Düsturları, Sada-yı Hak, 25 Mayıs-6 Haziran 1924)
“Türk İnkılabı’nın bu konudaki kararı, dini yalnız Allah ile fert
arasında mukaddes bir kavuşma vasıtası tanımaktan ve her ferdin bu
konudaki vicdani kanaatlerini her türlü müdahaleden uzak
bulundurmaktan ibarettir. Bu kararı millet ve inkılap ne pahaya
olursa olsun müdafaaya hazırdır.” (Bozkurt, Cumhuriyet, 16 Haziran
1925)
“Dinin mevkii vicdanlardır. Dinde kirli ve gizli maksatlar yoktur.”
(age, 2 Temmuz 1925)
Bir gün; Bozkurt’un aktardığına göre “Kurtuluş Savaşları zaferle
taçlandıktan sonra Atatürk’ün Ankara’ya dönüşünde”, Ekim 1922
olmalı, Atatürk’le birlikte Hacı Bayram Camiine giderler. Camiiden
tekbirlerle çıkarlar. Meclis’e gelirler.
Müezzin ezan okur. Meclis kapısından içeri girecekleri sırada
Atatürk’ün önünü sırmalı merasim elbisesi giymiş bir imam
keser:
-Dua etmeden Meclis’e girilmez!
Atatürk:
“Burada böyle şeylere lüzum yoktur, bunları camide yapabilirsiniz.
Biz savaşı dua ile değil, Mehmetçiğin kanı ile kazandık!”
Kavalın sesi yakından dinlenince acaba kulakları da mı sağır
ediyor...
Atatürk’ün adı var, kendi yok mu??
Miting alanında hiç kimse bu görüntüyü yadırgamadı mı!
Geçen hafta sorduğum soru da hâlâ geçerli:
“Bu kez seçimde hileyi kim yaptı, neden yaptı...”
İyi hile, kötü hile diye bir şey yok değil mi...
BAKANLAR ÇOCUKLARA BAKSINLAR
Mustafa Kolunsağ’ın da 23 Nisan’la ilgili bir önerisi var:
“23 Nisan’da artık çocuklar makam sahiplerinin yerine geçmesin;
makam sahipleri çocukların yerine geçsin” diyor. “Örneğin” diye de
ekliyor,
“Sanayi Bakanı, en azından yarım gün sanayide çalışan bir çocuğun
yerine geçsin.
Ticaret Bakanı, gün boyunca pazarda su satsın.
Sağlık Bakanı, sadece bir gece parkta yatsın.
Ulaştırma Bakanı, üç kere halk otobüsüne binsin.
Aile Bakanı, Çocuk Esirgeme Yurdu’nda 24 saat geçirsin.
Çevre ve Şehircilik Bakanı, sabaha kadar çöplerden atık kağıt
toplasın.
Kısacası; onların sizin halinizden anlamasına gerek yok. Onlar daha
ÇOCUK. Siz onların halinden anlarsanız, zaten tüm sorunlar
çözülür...”
Güzel bir öneri, yürekten katılıyorum da... Elbette bütün bunları
yılda bir gün değil her gün anımsamalı ve anlamalı.
Devrimimiz onun için yapıldı.
Milli Egemenliğimiz de onun için gerekli...
ADAM SANA VURUYOR SEN NE DURUYORSUN
Kılıçdaroğlu’na yumruk attıktan sonra kaçan ve sonra
Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinde yakalanan Osman Sarıgün jandarma
ifadesinde şöyle anlatıyor:
“Bizim arkamızdan kalabalık bir grup geldi ve ben burada sıkıştım.
Sonrasında benim sıkıştığım yerin yan kısmında bir koridor açıldı.
O esnada uzun boylu, yapılı iki kişi beni omzumdan itekleyip
‘çekil’ dedi. O esnada arkamdan birses duydum. ‘Adam sana vuruyor,
sen ne duruyorsun!’ diye seslendi. Arkama dönüp baktığımda kimin
söylediğini göremedim.”
Bu ayrıntıları “görmek” gerekir!
BÖYLE ALMANLAR DA VAR