Suruç katliamı, DAEŞ'in bölgesel değil, küresel boyutta
projeler alan çokuluslu şirket gibi davranan örgüt
olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bu çokuluslu şirketin CEO'sundan
ziyadeyönetim kurulunda kimlerin olduğu, daha da
önemlisi paydaşlarının kimliği, daha da önem kazanıyor.
Bu süreçte iki polisimizin şehit edildiği Ceylanpınar
infazını PKK'nın üstlenmesi, çokuluslu DAİŞ ile "çözüm ortağı"
gibi davrandığını gösteriyor. Tam da bu noktada dağ ile kent
arasında sıkışmış kimliğiyle HDP'nin yeniden tanımlanma
ihtiyacı ortaya çıkıyor.
Seçimden önce "PKK'ya silahı, AK Parti değil HDP bıraktıracak"
diyen Eşbaşkanı şimdi "gücüm yetmez, beni dinlemezler"
çaresizliğinde görüyoruz. Seçimden önce bütün Türkiye'nin partisi
olmaya soyunan HDP'nin, gerek PKK'ya silah bıraktırma tavrı ve
gerekhalkı silahlanmaya daveti, bırakın Türkiye partisi
olmayı, bölge partisi dahi olamayabileceğinin
işareti...
İnsan kaynağı sıkıntısı çeken PKK'nın kaçırdığı çocukların
anneleri, örgütten evlatlarını istiyor, uyuşturucu ve silah
ticaretinden yoksun kalınca finansal sıkıntı çekmesi de
cabası... Hal böyle olunca yeni kontratlar almaya başlayan
Kandil'in ülkeyi istikrarsızlaştırmak
isteyenlerin hizmetine girdiği aşikâr.
Burada benim dikkatimi çeken, yeni terör
konseptinde davranan çokuluslu şirket DAEŞ ve çözüm
ortağı PKK'nın eylemlerine karşı devletin yeni bir yaklaşıma
ihtiyaç duyduğu fakat bundan haberdar olmadığımızdır.
Varsa, kendimizi güvende hissetmek için bunu bilmeliyiz.
Yoksa da bir an önce var edilmelidir.