Ben, sorumluluğunu üstelenmeye
hazır, tek başına bir ümmet olmaya ceht etmiş insan, Allah’ın dostu
ve müminlerin yoldaşı olarak, buradayım!” diyor ya Şeriati. Bu
seslenişi hatırlatan bir duyarlılıkla; biz onu hınca hınç dolu
meydanlarda konuşurken Allah’ın adını anarak selamlamasından
bildik.
Anası bizim anamız gibi yaşmaklıydı. Ona sarılıp ağlarken tüm
analara sarılır gibi, Anadolu olan toprak kokan nasırlı avuçları
öpüyor ve nice yaşmaklı analara sarılıyordu. Yanan coğrafyaya dair
kahrın, çilenin sancıları deveran ederken yüreğinde, batı
meydanlarında kan dökücülere parmağını sallayıp hizaya çekişini,
sonra ardına bakmadan dimdik gidişini gördük. Gördük ve ürperdik.
Sanki Sezai Karakoç’un yedinci oğlu batı kapılarına gelmiş
sesleniyordu gür sesiyle… Umut, aşk ve onurla ayakta dimdik
sesleniyordu. Değişmemek için sesleniyor ve direniyordu.
Ah benim yetimlerim. Gazze’nin, Filistin’in, Arakan’nın yetimleri…
Çıplak ayakları çamurlu sokaklarda, bombalarla parçalanırken,
şehitler mitralyözlerle, misken bombalarıyla delik deşik olmuş
bağırlarını şehadetle serinletirken, çoğalıyordu dualarımız,
yetimleri koruyan Ustanın avuçlarında bereketlenen umutlarla…
Gördük ve ürperdik. Umutlandık sonra. ‘ Öz vatanında garipsin, öz vatanında parya’ diye seslenen hüzünlü nidasına şair yine kendi ses veriyordu ya; ‘ Mehmedim sevinin başlar yüksekte, ölsek de sevinin eve dönsek de, Sanma bu tekerlek kalır tümsekte, Yarın elbet bizim ebet bizimdir’ diye. Üstadının şiirini okurken; Mehmetçi...