İstanbul Reina'daki saldırıyı gerçekleştiren terörist geç de
olsa yakalandı. Polis, olaylar meydana geldikten sonra suçlulara
ulaşıyor. Tabii iş işten geçmiş oluyor. Bu nedenle Emniyet, kendi
içinde özeleştiri yapmalı, olaylar meydana gelmeden önlemenin
yollarını bir an önce bulmalı. Yoksa yaşanan her olayın ardından,
“Bu dış güçlerin işi”, “Arkasında gizli servisler var” deme
kolaylığına kaçmamalı…
Terör örgütleri her fırsatta eylem yapar. Hele, örgüte önemli bir
darbe indirilmişse, bunun için “intikam eylemi”ne de girişebilir.
Polis, asker, kamu binaları her zaman örgütün öncelikli hedefleri
arasındadır. Ülkemizde, yabancı ülke örgütlerinin de önemli
bağlantıları ve ayakları bulunuyor. Bu köşenin okurlarına dün
yazdıklarımı hatırlatmak istiyorum:
BUNLARIN ORTAK YÖNLERİ VAR
“Terör üreten ülkeler”in vatandaşlarına vize uygulanmaması,
gelenler hakkında sağlıklı bilgi alınamaması, dinci ve bölücü terör
örgütlerinin ülkemizde destekçileri bulunmaları, bu kişilerin
güvenlik birimleri tarafından tanınmamaları eylem yapmalarını
kolaylaştırıyor. Geçmişte Afganistan'da, Bosna'da, Çeçenistan'da,
Irak'ta, son olarak da Suriye'de “Cihad” adına bir araya gelen
dinci örgütlerin içinde çok sayıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da
bulunuyor. Aynı uğurda savaştıkları için Türk güvenlik birimleri
tarafından tanınmayan kişileri ülkemizde eylem gerçekleştirmeye
ikna ediyorlar.
Dinci örgütlerin militanları, canlı bomba, patlayıcı yüklü araçla
eylem yaparsa cennete gidecekleri, hurilerle birlikte olacağı
söylenip eyleme hazır hale getiriliyor. Bölücü örgüt PKK'da ise
durum daha farklı. Onlar, kurtulmak istedikleri, psikolojik sorunlu
ya da ağır hasta olan teröristleri “canlı bomba”ya
dönüştürüyor.”
Aynı yazının bir bölümünde de “Rusya'nın Ankara Büyükelçisi'ni,
görevde olan bir polis memuru öldürdü. Şimdi, sürekli bu konuda
senaryolar üretiliyor” demiştim, Önceki yazılarımda da, polisin sağ
yakalanması mümkünken öldürülmesinin de yanlışlığını
kaydetmiştim.