Salih Tuna Yeni Şafak Gazetesi

Hangi ara bu kadar çamura battın Asuman

Esir kampına düşmesine sebep nihayet bir sokak lambasıydı. Bir isyan, bir başkaldırı şarkısıydı fırlattığı taş. Kaçmayı kafasına koymuştu. Mümkün değildi esareti...

25 Nisan 2017 | 4.312 okunma

Esir kampına düşmesine sebep nihayet bir sokak lambasıydı. Bir isyan, bir başkaldırı şarkısıydı fırlattığı taş.
Kaçmayı kafasına koymuştu. Mümkün değildi esareti kanıksamak. Hiç kimse inanmıyordu kaçabileceğine.
Öylesine kuşatılmıştı her yan; gözetleme kuleleri, tel örgüler, köpekler...
Düşündü taşındı, hesap etti ve kaçtı.
Arkadaşları onda inşa etmişlerdi kendilerini; dışarıya açılan pencereleri, şehir şehir dolaştırdıkları umutları, adını bile anmaya cesaret edemedikleri özgürlükleriydi.
Ona yakınlıklarını yarıştırdılar hemen. Biri, “Benimle dolaşırdı hep” dedi; diğeri, “Ranza arkadaşımdı” diye övündü; öteki, “Bir keresinde onunla yumurta yarışında...” diyerek başladı anlatmaya.
Yazık ki yazık, dışarıda yapamadı; yakalandı. Ayağına prangalar vuruldu.
Mahkûmlar onu tekrar görmekten hiç hoşnut olmadılar. Geri “döndürülen” gurur duydukları arkadaşları değil, içlerinde büyüttükleri yenilginin ete kemiğe bürünmüş haliydi sanki. Cüzzamlıymış gibi kaçtılar ondan; bakmadılar yüzüne bile.
Hâlbuki zincire vurulmaz bir yürek, yenilgiyi kabul etmeyen bir bilinçti o; iddiasından asla vazgeçmeyecekti.
Stuart Rosenberg'in yönettiği, “Cool Hand Luke” filminin söz konusu kahramanı, hikâyesini anlatmadığımız, anlatamadığımız bizim kahramanlarımızın yanında karikatür kalır.
Bizim kahramanlarımız!..
Bosna şehidimiz (canım arkadaşım) Selami Yurdan, çelik iradeli adam Orhan Evci, dağların kartalı Bahattin Yıldız…
Ve Furkan Doğan ve Yasin Börü ve Mustafa Cambaz ve daha nicesi…
Gelgelim, “bizim muhteremler” de mezkur filmdeki mahkumlardan daha beter, daha rezil!
Hâlbuki bir zamanlar ataerkil gelenekleriyle, emosyonal halleriyle bulaşıcıydılar.
Kızdırıcı bir etki bırakıyordular toplumda. Öfkeliydiler. Otokratik sistemlere, despotizme, kokuşmuş monarşilere küfrediyorlardı.
Haklıydılar. Mazlumların sesi, vicdanıydılar.
Jaures'in tanımladığı gibi, atalarının ocağından külü değil alevi aktarmak için “kaynaklara” dönmekten dem vurdular.
Literalizmden kaçarken bir tahakküm teolojisi Vehhabiliğin versiyonlarına tutuldular. Mütevazı değil, dışlayıcıydılar; Necip Fazıl'dan Sezai Karakoç'a kadar üstatları, ağabeyleri iplemiyordular.
Müteal değildiler.
Hint ve İspanyol tecrübelerini keşfedebilecek tecessüs ve tefekkürden yoksundular.
Hiçbir zaman Doğu'nun ve Batı'nın künhüne vakıf değillerdi; Anatole France'in öyküsündeki nehrin karşı kıyısında bulunuyorlardı sadece.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Bu kararları kim imzalatıyor? 04 Mayıs 2024 | 340 Okunma O partilerin hakkını ödeyemezler 02 Mayıs 2024 | 605 Okunma Yılmaz Erdoğan çöp mü? 01 Mayıs 2024 | 1.317 Okunma İBB Başkanı kime ‘ihanet’ etti? 30 Nisan 2024 | 4.632 Okunma Gerçek başkan kim? 27 Nisan 2024 | 291 Okunma