O vakitler sevgili Ulvi Alacakaptan ve rahmetli Hasan Nail
Canat'la Birlik Sanat'ta “Kara Geceler Efendim” adlı oyunumun
provasını yapıyorduk ama benim aklım maçtaydı.
Öyle bir maçtı ki…
Radyodan naklen dinlemeye bile kalbim dayanmıyordu. Birlik Sanat'ın
hemen bitişiğindeki markette toplanmış radyodan maçı dinleyenlere
3-5 dakikada bir gidip skoru soruyor, sonra provalara geri
dönüyordum. O gidiş-gelişler boyunca da bildiğim tüm duaları
okuyordum.
Sonuçta…
Galatasaray'ımız 3-0 mağlubiyetin rövanşında (9 Kasım 1988'de)
Neuchatel Xamax'ı 5-0 yenip çeyrek finale adını yazdırmıştı. (Genç
kuşaklar bilmez; “Torinolu Şaban” lakaplı Hakan Şükür o dönemde
Galatasaray'da değildi. “Cimbom”un santraforu mezkur maçta
“hattrick” yapan Tanju Çolak'tı.)
Ve sonra…
Bu büyük zaferi kutlamak için sokaklara döküldük; Galatasaraylısı,
Fenerlisi, Beşiktaşlısı, Trabzonlusu tüm millet tek yürek
olduk.
Gel zaman git zaman derken kötü bir adet “peydahlandı.”
Yabancı ülkelerin takımlarıyla yapılan maçlarda Fenerbahçe gol
yediğinde Galatasaraylılar, Galatasaray gol yediğinde Fenerliler
sevinmeye başladı. (Bunda da Ömer Çavuşoğlu'nun vebali büyüktü.)
Sonradan bu zıpçıktı âdete Beşiktaş ve Trabzonspor da maalesef
dahil oldu.
“Yabancılaşma” bununla da sınırlı kalmadı.
Yabancı futbolcu sınırı kaldırılınca birçok futbol takımında milli
marşımızı okuyan 2-3 futbolcu bile kalmadı. (Avrupa'da birçok
kulüpte de o kadar Türk futbolcu var zaten.)
Yine de ben yabancı takımlarla müsabaka yapıldığında (isterse
kadrosu baştan sona yabancı olsun) ayrım gözetmeksizin bizim kulüp
takımlarını tutarım. Çünkü ecnebilerin de galip geldiklerinde hiç
ayrım gözetmeden, “Türkleri yendik…” dediklerini bilirim.