Devletin kurumlarının ortadan kaldırılması ve bütün yetkinin tek
elde toplanması hızlı ve etkin bir yönetim değil, bir karmaşa ve
kriz yaratır. Dahası dışarıdan bakıldığında yasaması, yürütmesi,
yargısı ve tüm kurumlarıyla bir devlet değil bir kişi görülür.
Ülkede yargı bağımsızlığının ortadan kalktığı, siyasi kararların
hukuki değerlendirmelerin yerini aldığı da biliniyorsa, sadece o
tek kişi muhatap alınır. Tek adamın, yargı bağımsızlığını öne
sürmesi bu sebeple bir işe yaramaz. Hele, devleti bir sözüyle
bağlama yetkisine sahip cumhurbaşkanı çıkıp da “al papazı, ver
papazı”, “yapalım yargıda şeyini” demişse.
Tek adam rejimlerinin devletleri güçlendirmediğini aksine
zayıflattığını ısrarla söylemeye çalışanların kaygı duyduğu işte
bugün yaşadığımız gibi bir tabloydu.
Yargısının bağımsızlığına güvenilmeyen, devleti yönetene “hadi, sen
istersen olur” denen bir ülkenin pazarlık gücü de müzakere yeteneği
de azalır.
Üstüne üstlük karşınızda rasyonelliği ya da diplomatik yeteneğiyle
tanınmayan Donald Trump ve belki de ondan daha
tehlikeli yardımcısı Mike Pence varken.
Trump, kendini dünyanın en başarılı iş bitiricisi olarak görüyor.
Zamanında yazdığı kitap İş Bitirme Sanatı başlığıyla Türkiye’de de
yayımlanmıştı. Devletin bu işlerden anlayan kesimlerine ne kadar
kulak astığı belirsiz.
Pence ise Katoliklikten, pastör Brunson’ın da
dahil olduğu evanjelizme geçmiş, bir dinci. Dinin siyasetteki rolü
hakkında fanatik görüşleri var. Brunson’ın serbest bırakılması
kasım seçimlerinde evanjelik oyların yerini sağlamlaştıracak bir
unsur.
Eminim Trump da Pence de, Türkiye’deki gibi bir tek adam rejimini
arzu edecek kişilikte insanlar. Onlar da devleti...