Suriye’ye müdahale senaryoları yeniden piyasaya sürüldü.
Cengâver köşe yazarları, ağızlarıyla silah sesi çıkartıp evde
halının üzerine döktükleri kurşun askerlerini sağa sola sürüyen
çocukların dengesiz heyecanıyla hamasetin bilindik salıncağını
sallamaya başladı.
Erdoğan da ilişkilerini “o zat” seviyesine indirdiği Bülent Arınç
ve onun etrafında kümelenmeye başlayan “reis vesayeti” karşıtı
parti içi muhalefeti tezkere üzerinden hedef aldı.
Irak savaşına balıklama atlanmasını öngören ve hem uluslararası hem
de iç kamuoyunda aşağılayıcı “at pazarlığı” ile hafızalarda yer
etmiş 1 Mart tezkeresi tartışmalarını yeniden gündeme getirdi.
Malum, Erdoğan 1 Mart tezkeresinden yanaydı. CHP buna şiddetle
karşı çıkıyordu. Ancak karşı çıkanlar CHP’den ibaret değildi.
Bülent Arınç’ın da aralarında olduğu birçok AKP milletvekili de
Türkiye’nin Irak istilasında rol almasını istemiyordu.
Neticede AKP’de henüz reis vesayeti kurulmamıştı ve bazı AKP
milletvekillerinin bugünün aksine hür iradeleri vardı. CHP’nin ret
oylarına AKP içinden gelen 99 fire de eklenince tezkere Meclis’ten
geçmemişti.
Neticede bu sayede Türkiye, uluslararası hukuka aykırı ve
gayrimeşru bir istilanın Irak’ın Sünni bölgelerinde jandarmalığını
yapmaktan kurtuldu.
Parlamenter rejimin şayet partiler üzerinde “lider vesayeti” yoksa
kimi zamanlar, bir ülkeyi nasıl bir cehennemden kurtarabileceğinin
iyi bir örneğiydi.
O gün o cehenneme girmeye kararlı olan bugün ise başka bir
cehennemde orduyu devriye gezdirme derdine düşmüş olan Erdoğan ise
hâlâ o gün sözünü geçirememesine hayıflanıyor:
“Ben 1 Mart tezkeresinin yanındaydım, karşı olanlar bunu açıkça
söylemediler. Birileri de gizli kulisler attılar.”
Gelgelelim burada laf sadece Arınç ve çevresine değil Sayın
Davutoğlu’na da gidiyor. O vakitler bir danışman olan Davutoğlu’nun
da tezkereye karşı olduğu biliniyor. Her bozuk saatin günde iki
defa doğruyu göstermesi gibi, hayatındaki nadir doğru kararlardan
biriydi.