Her şey olması gerektiği gibi. Basın
özgürlüğü listesinde küme düşe düşe listenin dibine vurmak üzere
olan bir ülkede ne olması gerekiyorsa o oluyor. Elinizde tuttuğunuz
ya da internet sitesini ziyaret ettiğiniz, geçen hafta 93. yaşını
kutlamış Cumhuriyet gazetesinin neredeyse dışarıda yöneticisi
kalmadı.
Cesur gazetedir. Mütareke döneminde İstanbul
basını gıkını çıkaramaz ve nice anlı şanlı komutanlar bile
Ankara’yı maceraperest diye değerlendirirken milli mücadeleye
tereddütsüz destek vermiştir.
Rejim ne zaman kurucu temel değerlerinden
uzaklaşsa, hırpalanır. 12 Mart’ta, 12 Eylül’de ve bugünkü OHAL
rejiminde. Yazarları öldürülmüştür. Hem Ergenekonculukla hem de
“FETÖ”cülükle suçlanabilmiştir. Rejim değişikliğinin
eşiğinde tarihindeki en büyük saldırıyla karşılaşması da herhalde
tesadüf değil.
Memleketimizde gazetecilik yapmak, siyasi
yorumda bulunmak bir mayın tarlasında yürümekle eşdeğer. Hangi
adımınızın, hangi satırınızın, hangi cümlenizin, hangi sosyal medya
paylaşımınızın bir mayını tetikleyeceğini bilmenizin imkânı
yok.
Hukuk devleti ortadan kalkarsa, hukuki güvenlik
ilkesi buharlaşırsa, keyfilik her yere hâkimse olacak da budur.
Hukuki güvenliğin olmadığı ülkelerde hukuken önünüzü göremezsiniz.
Suçta ve cezada kanunilik gibi en temel ilkeler bile rahatlıkla
çiğnenir.
Bu ortam sadece muhaliflere eziyet etmeye yarar
diye düşünenler büyük bir yanılgı içinde. O çok sevilen, hep
çağrılan ve tapılan “istikrar” işte tam da böyle
ortamlarda kaybolur gider. Geriye “mış gibi” ülkesi
kalır.
Hâkimler bağımsızmış gibi, kurumlar hâlâ
işliyormuş gibi, Meclis’in bir anlamı kalmış gibi, seçimler
meşruymuş gibi davranılan, herkesin herkesi ve kendini kandırdığı
bir hayal âlemi.