Türkiye, zamanında diplomatik temsilcilerine düzenlenen
suikastlardan çok çekti. Bu konuda dünyadaki en duyarlı ülkelerden
olması gerekir. Hele son günlerde Rusya karşıtı sokak eylemleri
artmış, iktidar medyasında ve sosyal medyada Rusya ve İran karşıtı
bir söylem alıp başını gitmişken. Memleketin uzunca bir süredir
içine girdiği güvensizlik türbülansı Cumhuriyet tarihinde ilk defa
bir büyükelçinin öldürülmesiyle sonuçlandı.
Darbe girişimi öğrenilemiyor, sayısız canlı bomba eylemleri
engellenemiyor. Memleket neredeyse bir parti devletine dönüşmüş,
OHAL ile anayasaya aykırı tedbirler almak bile iktidarın
yetkisinde. Ama netice ortada. Herhalde Cumhuriyet tarihi bundan
daha beceriksiz bir iktidar görmemiştir.
Bir büyükelçinin bırakalım korunmamasını, bir polis memuru
tarafından öldürülmesi, kendine saygı duyan her devlet için sonsuz
bir utanç kaynağıdır. “Elçiye zeval olmaz” hem eski bir
deyimdir hem de diplomatik ilişkiler hakkındaki uluslararası hukuk
kurallarının temelidir.
İktidar medyasının belirttiği üzere katil bir cemaat mensubuysa
vaziyet daha da fena demektir. Darbeden sonra yüz binin üzerinde
kamu görevlisi görevden alındı. Emniyet güçlerinde cemaatin
tasfiyesi ise 17-25 Aralık’tan bu yana devam etmekte. Bütün bunlara
karşın cumhurbaşkanının yurt gezilerinde de görev almış çevik
kuvvet mensubu bir polis memuru hâlâ cemaat üyesi çıkabiliyorsa
denecek pek bir şey kalmaz.
Şayet polis memuru cemaatçi değil de cinayet anında attığı sloganın
işaret ettiği şekilde Nusra ya da benzer bir cihatçı örgüte üyeyse
de vaziyet fena demektir. Bu katil haricinde devletin Emniyet
güçlerinde örgütlü diğerlerinin de olması ihtimali var demektir.
Sosyal medyada Nusra ile bağlantılı hesapların cinayeti kutlaması
da not edilmeli.