Bir gün parasını yurtdışına çıkaran vatan hainidir deniyor.
Ertesi gün sermaye dolaşımı serbesttir, diye yüreklere su
serpiliyor. Bir gün Sarraf hayırsever işadamı,
uğruna ABD’ye nota veriliyor. Ertesi gün Sarraf yabancı devlet
lehine casusluk yapan adi bir itirafçı.
İktidarın zikzaklarına alışığız. Gelgelelim eskiden bu keskin
dönüşlerin arasında en azından bir iki ay olurdu. Artık iktidarın
pozisyon değişiklikleri günler hatta saatlerle ölçülüyor.
Belli ki bir endişe ve panik var. Belli ki memleket idare
edilemiyor. İktidar çevreleri gündem belirleyemiyor. Sarraf davası
ve CHP’nin açıkladığı Man Adası belgeleri haricinde bir konudan
bahsedilmiyor. Elbette nesnel, akılcı değerlendirmeler söz konusu
değil. Daha çok hezeyan ve saptırmanın hâkim olduğu, bocalayan
ancak bocaladıkça da agresifleşen bir savunma izliyoruz.
Bütün güç tek kişiye geçtiğinde memlekete istikrar geleceğini
düşünenler, herhalde bu manzaraya bakıp ne denli yanıldıklarını
görüyorlardır.
Yargı darmadağın. Devlet kurumları o kadar sarsıldı ki zar zor
ayakta durmaya çalışıyorlar. Devlet yönetimi ise sürekli çelişkili
açıklamalar yapan bir cumhurbaşkanı ve onun sadık emir erlerinin
bağırıp çağırmalarına emanet edilmiş halde.
Bir sene sonrasını bırakalım bir hafta sonrasını kestirmenin mümkün
olmadığı çalkantılı bir dönem.
“Söz konusu devletse, rüşvet teferruattır” diyecek cesareti
toplamak için sahte bir antiemperyalizme sarılmış telaşlı bir grup
insanın sağa sola koşturmasını izliyoruz.
Amerikan ambargosunun delinmesi kamuoyunda kimsenin umurunda değil.
Ancak bu ambargo delinirken Sarraf’ın itiraf ettiği gibi 50 milyon
dolarlara varan rüşvetler verildi mi? Bu rüşvetler, İran’a gıda ya
da ilaç satarak ekonomiyi güçlendirmek yerin...