Sonradan düzeltmeye çalıştıysa
da Erdoğan “Suriye’ye Esed’in
hükümdarlığına son vermek için girdik, başka bir şey için
değil” demişti. Uluslararası hukuka göre bir devletin
cumhurbaşkanı, başbakanı ve dışişleri bakanının sözlerinin devleti
bağladığını hatırlatalım. Bu görevdeki şahısların bu basit hukuk
kuralını her sabah tıraş olurken aynanın önünde kendi kendilerine
tekrar etmesi gereği açık. Kasaba meydanında nutuk atmakla, devlet
yönetmek arasındaki farkı popülizm belası sebebiyle sıklıkla göz
ardı etmekteler.
Rus uçağının düşürülmesinden sonra dönemin
Başbakanı Davutoğlu’nun “Emri ben
verdim” demesi de benzer bir ciddiyetsizlikti. Darbe girişimi
sonrası yana yakıla aslında ben öyle demek istememiştim diye
kıvranmasına rağmen o sözü maalesef kayıtlara geçti. Neyse,
şimdilik bu cihan pehlivanı Davutoğlu Ahmet Bey’i bir köşeye
bırakalım. Daha sonra bıraktığımız köşeden kaldırıp tozunu alarak
gündeme taşımak üzere elbette. Zira bugün içinde bulunduğumuz
bataklıkta rolü az değildir. (Şarkısını hatırlayan var
mı?)
Esad aşağı Esad yukarı diye diye geçen senelerden sonra bırakalım
hükümdarlığına son verme kabadayılığını Moskova bildirgesinde
Türkiye, Rusya ve İran’la birlikte Suriye’de bir rejim değişikliği
hedefi olmadığını açıkladı. Bir yabancı uzmanın
değerlendirmesiyle “nadir görülecek kamusal bir
aşağılanma” idi. Bir devletin siyasi pozisyonunu çalımdan beli
kırılmış bir halı saha oyuncusu gibi böylesine bir süratle
değiştirmesi hakikaten nadir görülecek bir olaydır.
Hele Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın dünkü
açıklaması: “Halep’in militanlardan kurtulması için çok
başarılı bir operasyon sürüyor.” Bıraksanız Esad ordusuyla
beraber, Rus uçaklarının eşliğinde Kasım
Süleymani’yle beraber Doğu Halep’i fethedecek.