“Nazilerin 1933’te iktidara gelmesinden sonra akademik özerklik
yerini Führer devleti çizgisinde bir otoriterliğe bıraktı.
Rektörler ve dekanlar kendi kurumlarının Führerleri olarak
otoriteyi tesis etmek ve meslektaşlarının sadakatini sağlamakla
yükümlüydü.
(...) Buna nadiren açıkça direnilebildi. Siyasi muhaliflerin ve
Yahudilerin üniversiteden ihracını düzenleyen Kamu Hizmetinin
Yeniden Tanzimi Kanunu’na karşı ne muhalefet yapıldı ne de ihraç
edilenlerle dayanışma gösterilebildi. Bazı üniversitelerde öğretim
görevlilerinin üçte biri ihraç edildi. Bunların çoğu ya iltica etti
ya da yıllar sonra toplama kamplarına konuldu. Alman üniversiteleri
itibarlarını kaybetti ve akademik yetkinlikleri büyük hasar aldı.
Profesörler, bilim insanları ve entelektüeller, entelektüel ya da
ahlaki kanaat önderleri olma iddialarından böylelikle feragat etmiş
oldular ki en ciddi sonuç buydu.
(...) Öğretim üyeleri üzerindeki baskı giderek yoğunlaştı. Savaşın
sonunda akademisyenlerin üçte ikisi Nazi Partisi üyesiydi.”
“8 Ekim 1931’de İtalyan Resmi Gazetesi Yüksek Öğretim’le ilgili
yeni yönetmeliği yayımladı. Yönetmeliğin 18. maddesine göre
üniversite hocalarının şu yemini etmeleri gerekiyordu:
‘Kral’a, ardıllarına, faşist rejime, devletin kanunlarına ve
anayasasına bağlı kalacağıma, öğretmenlik vazifesini ve diğer
akademik görevleri Anavatan’a ve faşist rejime sadık düzgün
vatandaşlar yetiştirmek amacıyla icra edeceğime, görevimle
bağdaşmayan dernek ve partilere üye olmadığıma ve üye olmayacağıma
yemin ederim.’