Yaşanan travma çok boyutlu ve çok derindir. Dolayısıyla,
atlatılması da bir o kadar güç ve zaman alacak. 15 Temmuz
akşamından sabahına kadar, düşman bir işgal ordusu gibi davranan,
olmadık savaş suçları işleyen bu hain çetenin saldırısına uğradık.
Halk, kendi Silahlı Kuvvetleri’ne çöreklenmiş şebekenin ihanetini
yaşadı. Bu ihanetin sorumluları robotlaşmış zihinleriyle onlarca
senedir ilmek ilmek örülmüş bir örgütlenmenin mensupları. İçlerinde
şahsi ikballeri ya da sonradan ortaya çıkacak menfaat ilişkileriyle
hareket edenlerin bulunması da kuvvetle muhtemel.
Cemaatin meşhur yayın organının adının “Sızıntı” olması
herhalde artık sadece bir tesadüf olarak
değerlendirilemez.
Gülen hareketine inanmış herkesin bu ihanet darbesinde rol
oynadığını ya da bunu tasvip ettiğini söylemek elbette mümkün
değil. Gelgelelim, senelerdir emniyet, yargı ve askerde
gerçekleşen “sızıntının” bir memleketin varlığını tehdit
edecek seviyeye geldiği de şüphe götürmez.
Mesele sadece aklını yitirmiş bir garip tarikatın devletin en
önemli kadrolarına sızması meselesi değildir. Her ne kadar uzun
zamandır örgütlense de, kilit pozisyondaki mensupları her ne kadar
kendini gizleme ustası olsa da, devlet içinden desteklenmese, bu
sızıntı buralara erişemezdi. Birkaç gündür devletin her biriminde
ıslakla kuru karışsa da elle konmuş gibi tasfiyelerin yürütülmesi
bu şebekenin nasıl bir devlet desteği aldığını
gösteriyor.
Bu destek, AKP iktidarından önce başladı. Çok yazıldı çizildi. AKP
dönemindeyse bu ihanet şebekesine verilen destek katmerlenerek
zirveye vardı. Sapla samanın birbirine karıştırıldığı ve bu
yöntemle TSK’de Gülenci subayların önünü açan ve temelde
Cumhuriyetçi unsurların tasfiyesi anlamına gelen siyasi davalara
iktidar ve onun medyasının verdiği destek çok yoğundu. “Ne
istediniz de vermedik” siteminin barındırdığı itiraftan
evvel “Ben bu davanın savcısıyım” dendiği unutulmamalı.
Bu iktidar, “Türkçe Olimpiyatları” için özel para
bastırdı. Gülen cemaati için sikke kestirmek bu iktidar dönemine
nasip oldu.