Karaciğer yağlanmasına paçasını kaptıranların sayısı artıyor. Daha da kötüsü, uzmanlar yeni doğan bebeklerin bile karaciğerlerinin yağlı olduğunu söylüyor. Kısacası sorun giderek önemli bir sağlık tehdidine dönüşme yolunda ilerliyor. İşte bu nedenle hepimizin bu mühim tehdit hakkında bilgilenmemizde fayda var. Detaylar için buyurun...
Rakamlarla karaciğer yağlanması
◊ Türkiye’de (ortalama) her 4 yetişkinden birinin karaciğeri
yağlı.
◊ Yağlı karaciğer sorunu olanlardan yüzde 10-20’sinde problem
karaciğer iltihabına dönüşebiliyor.
◊ Yağlanmaya bağlı karaciğer iltihabı ise zamanla “karaciğer
sirozu” hatta “kanseri” ile bile neticelenebiliyor.
◊ Kısacası “ yağlı karaciğer” meselesi önemli. “Karaciğerim yağlı
ama enzimlerim -SGOT, SGPT, GGT- normal” demek çok yanlış bir
yaklaşım.
◊ Yağlı karaciğer insan bedenini yoruyor. Safra kesesi taşına zemin
hazırlıyor. Detoks görevlerini yapamıyor. Kilo almayı
kolaylaştırıyor. Sindirim fonksiyonlarını aksatıyor.
◊ Yağlı karaciğerin en mühim sebebi fazla kilolar, insülin direnci,
hareketsiz bir yaşam, aşırı şeker tüketimi ve kontrolsüz alkol
kullanımı.
◊ Özellikle mısır nişastasından elde edilen ve hemen her meşrubata
giren (buzlu çaylar, gazozlar, meyve suları, meyveli gıdalar,
kolalı içecekler, enerji içecekler) çakma fruktoz karaciğeri hızla
yağlandırıyor.
◊ Belki de bu nedenle çocuklarımızın çoğu yağlı karaciğerleri ile
ortalıkta dolaşıp duruyor, hatta bazıları dünyaya yağ ile dolu bir
karaciğerle geliyor. Ve bunlar geleceğin “diyabet, tansiyon, kalp
damar hastaları” adayları olduklarının farkında bile değiller.
Probiyotiklerin iyi geldiği sağlık sorunları
Bağırsağımızdaki muazzam “ekolojik denge”nin gücünü oluşturan
“faydalı bakteriler” yani ‘mikrobiyom’u oluşturan probiyotiklerin
her biri bizi farklı sağlık probleminden koruyan birer “koruyucu
melek” görevi üstlenmiş gibi görünüyor. O meleklerin fonksiyonları
henüz tek tek belirlenmiş olmasa da üstlendikleri görevlerden
bazıları şunlar:
◊ İnsülin direnci ve obezite meselesi ile bağlantılı
olabileceklerini gösteren ciddi kanıtlar var.
◊ Depresyon ile ilgili süreçlere de müdahale edebildikleri
anlaşılıyor.
◊ Kolesterol dengesi kan basıncı ayarı kan şekeri seviyesi gibi
metabolik süreçlere de tesir edebiliyorlar.
◊ Kronik iltihap (inflamasyon) süreçlerini tetikleyerek ya da
baskılayarak yaşlanma hızı ve kalitesi üzerine de etkililer.
◊ Fibromiyalji, hassas bağırsak sendromu, rahatsız ayak gibi
problemlerde de en azından “müdahil” olabiliyorlar.
◊ Uyku sorunları, kronik yorgunluk gibi problemler bağırsaktaki
ekolojik dengenin bozulması ile bağlantılı.
◊ Parkinson hastalığının bazı noktalarında bile mikrobiyomun etkili
olabileceğini düşündüren ciddi kanıtlar var.
Neden probiyotik fakiri olduk? Bana göre ilk 10’da şu yanlışlar var:
◊ Sezaryen doğumlar sıklaştı, çocuklarını emziren annelerin
sayısı azaldı
◊ Emzirme süreleri kısaldı
◊ Doğal beslenme bırakıldı
◊ Fastfood ağırlıklı beslenme ön plana geçti
◊ Mayalı besinler azaldı
◊ Geleneksel besinler (tarhana, turşu, boza, şalgam) terk
edildi
◊ Süt ürünlerinin probiyotik güçleri kalmadı
◊ Antibiyotik kullanımı arttı
◊ Kırmızı et ve tavuk etinden de gizli antibiyotik kazanımı
başladı
◊ Prebiyotik zengini besinlerin (bamya, pırasa, soğan, sarımsak,
yer elması) kullanımı azaldı