Üzüm tıpkı zeytin gibi başlı başına bir sağlık mucizesi. Ben
üzümün sadece çekirdeğinin değil, kendisinin, dışındaki zarının,
hatta asma yapraklarının bile tıka basa sağlık mucizesi doğal
ilaçlarla (proantosiyanidinler ve resveratrol) dolu olduğunu
düşünüyorum.
Özellikle resveratrol son yılların üzerinde en çok konuşulan
antioksidanlarından biri.
Resveratrolün en yoğun bulunduğu yerlerin başında ise siyah üzümün
çekirdeği var.
Son yıllarda üzüm çekirdeğinin neredeyse bir “sağlık miti” haline
gelmesinin sebebi de bu zaten. Üzüm çekirdeğindeki bu güçlü
antioksidan yapılanmadan faydalanmanın, özellikle kalp damar
hastalığı, şeker hastalığı, hipertansiyon, varis, katarakt, maküler
dejenerasyonu gibi yaşlandırıcı kronik hastalıkları olanlara ciddi
faydalar sağlığı kesin.
Resveratrol farklı mekanizmalarla oluşabilen DNA hasarını
azaltmakta, yaşlanmayı değişik yollardan yavaşlatmaktadır. Eğer iyi
korunmuş ve usulüne uygun hazırlanmış üzüm çekirdeği özleri
bulabilirseniz günde yarım fincan kadar tüketebilirsiniz.
Kapsüllenmiş veya tabletlerin içine yerleştirilmiş üzüm çekirdeği
özlerinin faydalı olduğu kanaatinde değilim. Üzüm çekirdeğinden
faydalanmanın en iyi yolu ise çekirdekli siyah üzümü doğrudan
tüketmektir.
Siyah üzümde bir özellik daha var. O da “mor mucize” olarak bilinen
antosiyanin yapısındaki antioksidanlar. Antosiyaninler özellikle
“bellek” ve “kanser savunması” söz konusu olduğunda devreye giren
harika maddeler.
Özeti şudur: Önünüzdeki bir iki haftayı iyi değerlendirip meyve
tercihlerinize “çekirdekli mor/siyah üzüm” de eklemeyi sakın ihmal
etmeyin.
Üzümü yerken çekirdekleriyle birlikte çiğnemeyi ihmal etmeyin.
Kısa bir kolesterol hatırlatması
Kolesterolsüz bir yaşam mümkün değil. İnsan bedeni sadece kendi
yaşamını sürdürebilmek için de değil, üreyip çoğalabilmek için de
kolesterole “damardan” (!) muhtaç. Yaşamsal pek çok maddemiz ise
kolesterol olmadan asla üretilemiyor.
Mesela D vitamininin ham maddesi kolesterolden yapılıyor.
Böbreküstü bezi hormonlarımız ve cinsel hormonlarımızın da ana
maddesi yine kolesterol. Bitmedi! Hücre duvarımızın sağlamlığı da
öncelikle kolesterol sayesinde olabiliyor.
Ne var ki burada da bir “makul miktar” durumu söz konusu. İyi
kolesterol HDL’nin 50’lerin altına düştüğü, kötü kolesterol LDL’nin
200’leri geçtiği durumlarda bazı tehditler devreye girebiliyor.
Bu tehditler özellikle kan şekeri yüksekliği, trigliserid
fazlalığı, hipertansiyon, sigara alışkanlığı gibi kötü yol
arkadaşlarıyla beraber olduğunda daha da önemli hale geliyor.
Kısacası kolesterol meselesi hâlâ önemli. Avuç avuç kolesterol
yutmanın (!), “kolesterolün ne kadar yüksekse o kadar uzun
yaşarsın” gibi kanıtlanmamış laflara inanmanın pek anlamı yok.
Ama şu gerçeği de artık herkesin kabul etmesi lazım. Kolesterol
öyle her görüldüğü yerde yok edilmesi gereken ortak bir düşman da
değil.
D vitamini bağışıklık dostudur
D vitaminin bağışıklığı güçlendirdiği de kanıtlandı. Kanınızda
dolaşan D vitamininizin miktarı azaldıkça bağışıklık sisteminiz de
zayıflıyor. Hatta bazı mühim hatalar ya da anormal işler yapmaya
başlıyor.
D vitamini seviyesi düşük olanlarda enfeksiyon hastalıklarına daha
sık rastlanması ve otoimmün hastalıkların daha sık görülmesinin
nedeni de bu zaten.
D vitamini eksikliğinin kalp damar hastalıklarına yakalanma
ihtimalini yükselttiği, bazı kanserlere yakalanma olasılığını
artırdığı da biliniyor.
Ayrıca D vitamini seviyesi düşük olan çocuklarda tip 1 diyabete
rastlanma olasılığı artıyor.
Alerjik sorunların D vitamini eksikliğinde yoğunlaştığını gösteren
bulgular da var.
Farklı bakın farkı yaşayın