Parlamenter sistemlerin tamamında hâkimlik görevi, hukuk
alanında uzmanlaşmış ve yargı bürokrasinin hiyerarşi ve
denetiminden geçmiş kişiler tarafından yerine getirilir. Bu tür
sistemde yargıçların bağımsızlığı ve tarafsızlığının, genelde,
yasama ve yürütme erklerinin yargıç atamalarında ya bir yetkiye
sahip olmaması ya da sınırlı yetkilere sahip olması ile
sağlanabileceği varsayılır.
İkinci olarak adaletin tesisinin ancak yargıcın iyi bir mesleki
eğitime sahip olmasıyla mümkün olacağı kabul edilir. Üçüncü olarak
da yargıcın dışa karşı tarafsız bir tutum içinde olmasıyla
tarafsızlığın sağlanacağı kabul edilir. Son olarak tarafsızlığın ve
adaletli bir kararın, yargıcın adalete karşı duyarlılığı güçlü ve
bilge bir kişi olmasıyla mümkün olacağı varsayılır. Tarafsızlık bir
sistem sorunundan çok, iyi eğitim almış ve çok iyi hukuki bilgiyle
donatılmış bir yargıcın iç tutumuyla ilgili görülür. Adalet sıradan
halk tarafından bilinemez.
Bu nedenle klasik parlamenter sistemlerde yargıçlık genelde
orta-üst sınıfa mensup ailelerin teveccüh ettiği, aristokratik
mahiyet arz eden bir meslek olarak görülmüştür. Orta-alt
sınıflardan bu mesleğe intikal daha çok 20. yüzyılın ikinci
yarısında mümkün hale gelmiştir.
Yargı kurumu içinde katılımcılık, çoğulculuk ile denge ve denetim
mekanizmaları ikincil önemde görülür.