Ömer Lekesiz Yeni Şafak Gazetesi

Dilsiz’i sinema diliyle konuşturmak mümkün mü?

“Metafizik” der Miguel de Unamuna “Meta lingustiktir.” İnsana verilmiş olması esasında, meta-dilin sinema diliyle yorumsanarak (tefsir edilerek) dünyayevileştirilmesi konusunda çaba gösteren yönetmenleri burada listelememize...

25 Ekim 2019 | 116 okunma

“Metafizik” der Miguel de Unamuna “Meta lingustiktir.”

İnsana verilmiş olması esasında, meta-dilin sinema diliyle yorumsanarak (tefsir edilerek) dünyayevileştirilmesi konusunda çaba gösteren yönetmenleri burada listelememize gerek olmadığı gibi, onların görsel imalar, uzayı mekansalaştırma veya modern mit üretimi üzerinden yaptıkları denemelerin sonuçlarını analiz etmemize de gerek yoktur.

Zira “...Gördüğümüz şeyleri istediğimiz kadar anlatalım, görünen şey hiçbir zaman söylenen şeyin içine sığmaz ve söylenmekte olan şey imgeler, eğretilemeler, kıyaslamalar aracılığıyla istendiği kadar gösterilmeye çalışılsın, bunların ışıklarını saçtıkları yer gözlerin gördüğü değil de, sentaksın ardışıklığının tanımlandığı yerdir.“ (Foucault) ve dolayısıyla söz konusu denemeler de son tahlilde dillerin birbirlerine indirgenemezliğine toslayarak, özel bir yorumsama gayretinden öteye geçemezler.

Bundan hareketle, meta-dili, dünyasallaştırma ve/ya doğrudan dünyevileştirme esasında Metin Erksan, Ahmet Uluçay, Nuri Bilge Ceylan ile Semih Kaplanoğlu’nun gayretlerini şimdilik paranteze alarak, geçtiğimiz Salı günü ilk gösterimi yapılan Murat Pay’ın Dilsiz’ine, her şeyden önce ilgili çalışmalarla benzerliği yönünden değil farkı yönünden bakmamız gerekmektedir, zira metafiziğin özü itibariyle gerektirdiği meta-dil, Dilsiz’e karakterini veren İslam metafiziği olarak tasavvuf bağlamındaki hâl-dili’nden farklıdır.

Şöyle ki, tasavvuftaki hâl-dili, fizik ötesindeki bir durumun, buradan (dünyadaki insan tarafından) keşfi değildir; bilakis, fizik ötesinin fizik içinde (yeryüzünde ve bizzat insanın kendi ferdiyetinde) idrak edilmesidir. Tıpkı, Şeyh Gâlib’in Dilsiz’de özel bir vurguya mazhar olan, “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” beytindeki mananın, önce kalpte ve kalpteki değişime tabi olan hâl’de yerleşik hale gelmesidir.

Bu yerleşikliğin yeryüzünde vuku bulmasıyla doğrudan fiziğe bitişmesi, bu bitişmenin bir tür berzah işlevi gören dünyasallaştırmayla (zihinde zuhuruyla) görünürlüğe çıkarılması bakımından hâl dili, yukarıda zikrettiğimiz şekliyle meta-dilden, fizik ötesindekini fiziği içine çekmesi bakımından farklılaşır.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi 02 Mayıs 2024 | 277 Okunma İslâmî hareketten kavramlar savaşına… 30 Nisan 2024 | 138 Okunma İslâmcılık teriminin siyasî soykütüğü 27 Nisan 2024 | 161 Okunma Siyonazilerin vasıfları 23 Nisan 2024 | 102 Okunma Altın Buzağı’dan Kızıl Düveye 20 Nisan 2024 | 262 Okunma