Beklenen oldu. Cumartesi günü TSK topçuları PYD'nin Azez'deki
askeri unsurlarını vurdu. Evet, dış politikada epey hareketli
günlerin bizi beklediği açık. Muhalefet, sorunun derinleşmesinde
hükümetin Ortadoğu'daki gelişmelere müdahil olmasının etkili olduğu
görüşünde. Öyle ki, Mezopotamya medeniyetinin merkezlerinden olan
bölge, şimdilerde dilimizde "Suriye bataklığı" kalıbıyla ifade
ediliyor.
Ürkek Obama'ya bu denli güvenmeli miydik gibi sorular eşliğinde
Türkiye'nin son yıllardaki Suriye politikaları elbette
tartışılabilir. Ne var ki işi oryantalizmin "bataklık"
söylemleriyle değerlendirmenin ve daha da önemlisi, bugün bölgede
yaşananları yalnızca Suriye ile ilgili dinamiklerle tartışmanın
sığlık olduğu ortada.
Peki, sorunu konuşmaya nereden başlamalıyız? Kuşkusuz ki 1991'deki
körfez savaşından. Turgut Özal Meclis'ten tezkerenin geçirilmesini
başarmıştı, amacı oradaki Kürt oluşumlarını denetlemekti. Ne var ki
Türkiye'nin Özal'ın istediği gibi bölgede etkin olması, içteki
muhalefetin yoğun katkılarıyla engellendi. Sonrasını biliyorsunuz,
birilerinin "biz ne karışıyoruz" ki diye yakındığı o bölge, geldi
bize fena "karıştı!" Türkiye Irak'taki pasifliğinin bedelini,
90'lardaki terör ortamında 50 bine yakın vatandaşını kurban
vererek, ekonomisi ve demokrasisi ağır yara alarak ödedi.
Türkiye ikinci fırsatını 1 Mart 2003 tezkeresinde yakaladı. Ama ne
yazık ki onu da elinden kaçırdı. Ankara'da tezkerenin Meclis'te
görüşüleceği günün hemen öncesinde, Cebeci Kampusu'nda bir öğrenci
toplantısı yapmış, Türkiye'nin tezkereye hayır demesi için
yapılacak yürüyüşün ayrıntılarını konuşmuştuk. O gün aramızda
sadece sol gruplar vardı ama ertesi gün alanda bazı İslami
grupların da olduğunu hatırlıyorum. Bu birlikteliğin nedenini
elbette Türkiye'nin dış politik çıkarlarını hesaba katmayan sade
suya tirit siyaseten doğruculuk klişeleriyle açıklıyorduk. Savaşa
karşıydık, o kadar! Hadi biz, ülke çıkarlarını savunmanın
milliyetçilik olduğunu sanan romantik enternasyonalistlerdik ya da
ABD ne derse karşı çıkmayı doğru sayan İslamcı gençler... Peki ya
koca koca adamların bulunduğu, "dış politika benim işim" diyen kurt
hariciyecilerin ahkâm kestiği Meclisimize ne oluyordu?
Evet, Meclis o gün çoğunlukla muhalefetin hayır oylarıyla tezkereyi
reddetti. Ancak tezkerenin reddedilmesinde asıl etkili olan, Ak
Parti cephesinden Bülent Arınç ve Ertuğrul Yalçınbayır gibi
isimlerin tezkereye açık muhalefetleriydi. Açık diyorum, zira Ak
Parti içinde kimi isimler de örtülü olarak tezkere aleyhine kulis
yapıyorlardı.
Bugünkü gelişmelere bakınca diyorum ki, keşke 1 Mart tezkeresi
geçseydi. Bir düşünün, eğer tezkere geçseydi ve Türkiye Irak'ın
kuzeyinde var olabilseydi, ABD'nin sivil katliamlarının sayısı bu
denli fazla olur muydu? Yıllardır PKK terörünün üssü olan Kandil bu
kadar güçlenebilir miydi? Tüm dünyanın yaka silktiği DAEŞ diye abuk
sabuk gruplar bölgede türeyebilir miydi?