Hukukun "en kötü olasılık" üzerine kurgulanması doğaldır. Netice
de varoluşunu "anlaşmazlığa" borçlu olan bir sistem.
Herkesten her kötülüğü bekliyor hukuk. En mülayimimiz, karıncayı
incitmeyenimiz bile onun gözünde her an karısını öldürebilecek,
casusluk yapabilecek, iş ortağını dolandırabilecek potansiyel birer
suçluyuz.
Bu nedenle hukukun öngörülerini hep olumsuzluklar üzerine
şekillendirmesi, "hepimize kötü bakması" normal.
Siyaset ise, pesimist hukukun karşısında sivil alanı temsil eden
bir optimist.
Ukalalık etmek için kötümser ve iyimser kelimeleri yerine pesimist
ve optimist kavramlarını kullanmıyorum.
Zira bir anlamı da çocuklar için tasarlanmış küçük tek yelkenli
olan optimist, siyaset ve hukuk ayrımın ruhunu harika
özetliyor.
Siyaset, tıpkı denizde küçücük çocuklara güvenen özgüven sahibi
ebeveyn gibi, ikna etmeye çalıştığı seçmene güven üzerine
kuruludur.
Bu yüzden siyaset, hukukun aksine vatandaşlara her an madik atacak
sinsiler olarak bakmaz. Tam aksine onları, kaynakları en mantıklı
ve verimli şekilde kullanacağı siyasi projesine ortak olan rasyonel
ve iyi niyetli özneler olarak görür.
Tabii ki siyasetçi kendisi de bir özneyse, vesayet odaklarınca
yönetilen bir nesne değilse...
Sartre'ın varoluşa dair külliyatını, bizim buraların ağzıyla bir
cümlede özetleyen o harika sözümüzle söylersek: