BU ülke gerçekten bir İslam ülkesi olsaydı.
İslam lafta kalmasaydı, uygulanıp yaşansaydı.
Birtakım habislerin dinin içini boşaltma hıyanetleri
kösteklenseydi.
Bütün Müslümanlar Fırka-i Nâciye Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi
içinde bulunsalardı.
Zararlı ve yıkıcı light ve ılımlı İslam, dinde yenilik ve dinde
değişim, Tarihsellik gibi bid’at ve dalalet fırkalarına meydan
verilmeseydi.
Müslüman halk İslamı doğru olarak bilseydi ve hükümlerini hayata
uygulasaydı.
Kur’anın yap dedikleri yapılsaydı, yapma dedikleri
yapılmasaydı.
Müslümanlar, Kur’andan Sünnetten çıkartılmış; kutlu, kurtarıcı,
yüceltici, haysiyet kazandırıcı, ebedî saadete ulaştırıcı Şeriat
hükümlerine uysalardı.
Müslümanım diyenlerin yüzde doksan beşi, azgınlıklardan koruyan beş
vakit namazı dosdoğru kılsaydı.
Zekat vermesi gerekenler, zekatlarını öncelikle fakirlere,
miskinlere, muhtaçlara, mültecilere doğru dürüst temlik suretiyle
vermiş olsalardı.
Müslümanlar emr-i mâruf ve nehy-i münker (iyiliği emr etmek,
kötülüğü yasaklamak) farzını yerine getirmiş olsalardı.
Emanetler (başkanlıklar, memuriyetler, işler, hizmetler, vazifeler)
ehliyetli ve liyakatli olanlara verilmiş olsaydı.
Müslüman halk kanaatli yaşamış, her türlü israftan
(savurganlıktan), beyinsizlikten kaçınmış olsaydı.
Kasıtlı olarak cana kıyan katiller idam edilmiş olsaydı.
Hırsızlık yapanlara gereken ağır cezalar verilseydi.
Kadınları taciz edenlere, onlara tecavüz edenlere aman
verilmeseydi.
İğrenç müstehcen yayınlar yaparak halkı azdıranlara fırsat ve imkan
verilmeseydi.
Enflasyonla, faiz ile, borsa spekülasyonlarıyla, döviz alavere
dalavereleriyle, bin çeşit üç kağıtçılıkla halkı dolandıranlar
engellenmiş olsaydı.
Lüks otomobillere ve lüks meskenlere trilyonlarca dolar gömülmemiş;
bu sermaye ile (Güney Kore’de olduğu gibi) ihracata yönelik ürünler
veren fabrikalar kurulmuş olsaydı.
Ahlaka ve fazilete dayalı bir sistem ve düzen sayesinde Türkiye’nin
uluslararası şeffaflık ve temizlik notu, yüz üzerinden en az yetmiş
olsaydı.