Niye bu kadar çaresizlik ve keder var bu şehirde? Şarkıların da, ölümlerin de, aşkların da, acıların da hiçbir anlamı yok sanki...
Bir hayatın ‘hiçbir şey’ olduğuna inandığımız için mi ölmeye ve öldürmeye gidenleri selamlıyoruz durmadan?
Çocukların üşüyen avuçlarına ağlayan annelere bahar gelir
mi,
gelse bile rüzgarı ağıtlarla kesilen bu şehir kaç karanfil eder ki…
Çünkü hepimiz yanlış bir şehrin gözlerinde kaldık, bu yüzden erken
açan menekşeler bile bahardan emin değil.
Kalbimizde biriken bu kadar çok ağıta kim dayanabilir, kim
teselli bulur yalancı baharın türküsünden...
Ama biliyoruz ki şehirlerin ateşi yükseldikçe, zaman, mevsimler,
iklimler kuraklaşıp çoraklaştıkça her gün yeni baharların hasretini
çekeceğiz. Ama çaresi yok, ne yağmurlar, ne de ağıtlar dindirebilir
yasımızı.
Ve her seferinde, karlı dağların ardından gelen Yunus'un dizelerinde karşılayacak bizi hüzün...
Karlı dağların ardında
salkım salkım olan bulut
saçın çözüp benim için
yaşın yaşın ağlar mısın?