Tarihin ilk dönemlerinden bu yana hemen bütün toplumlarda farklı despotik yapılardan eli kanlı diktatörlüklere kadar pek çok tecrübe yaşanmış ve yüz yıllar içinde insanlık belli merhalelerden geçerek hukuk temeline dayalı daha demokratik yapılara kavuşmuştur.
Kuşkusuz Müslüman toplumlar da tarihin döngüsü içinde benzer tecrübeler yaşamışlar, kendi medeniyet havzaları içinde belli dönemlerde başka medeniyetlerle mukayese edilebilecek düzeyde bir yönetim kalitesine sahip olmuşlar, matematik, fizik, astronomi ve filozofik alanda kayda değer eserler ortaya koymuşlardır.
Ancak bu medeniyet baharı 11. Yüzyılla birlikte dinamizmini kaybetmiş ve giderek kendini tekrar etmeye başlamıştır. Doğal olarak kayıp yılların sayısı çoğaldıkça Müslüman toplumlar hem daha çok kendi içine kapanmış, hem de Batı’da yaşanan bilimsel ve teknolojik devrimlere geç kalmışlardır.
Robert R. Reilly’nin “Müslüman Aklının Müherlenişinin Hikayesi” kitabında belirttiği gibi eğer Gazali yerine İbn-i Rüşd’ün fikirleri kabul görseydi belki de Müslüman aklı mühürlenmeyecekti. Maalesef Hassan Hanafi’nin de altını...