Modern demokrasilerin sağlıklı bir şekilde işlemesinin ve de sürdürülebilir olmasının tek şartı ‘kuvvetler ayrılığı’nın varlığıdır. Sistemin adı ister parlamenter, isterse başkanlık olsun kuvvetler ayrılığı ilkesinin işlemediği hiçbir devlet yapılanmasının demokratik olması mümkün değildir. Çünkü demokratik bir hukuk devletinin vazgeçilmez unsuru olan kuvvetler ayrılığı, devletin “mutlak, en üstün ve sınırsız” iktidarının yasama, yürütme ve yargı organları arasında bölüştürülmesiyle kurulacağı düşünülen denge ve denetleme sistemi ile eşanlamlıdır. Hiç kuşkusuz böyle bir sistemin asla ihmal edilemez en önemli unsuru ise yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığıdır. Yargı, yasama ve yürütmenin işlemlerinin hukuka uygun olup olmadığını denetleyebilmek ve gerektiğinde onları frenleyebilmek için tarafsız ve bağımsız olmak durumundadır. İşte kuvvetler ayrılığı ilkesi ile denge ve denetleme mekanizmaları, yasamanın üstünlüğü düşüncesini gerçekleştirir, yürütmenin yasamanın çıkardığı genel normlara tabi kılınmasını sağlar ve en önemlisi de yargıyı bağımsız bir güç olarak inşa ederek devletin faaliyetlerinin denetlenebilirliği ilkesini inandırıcı hale getirir. Zira yönetimdeki keyfiliği frenleyebilecek tek mekanizma denge denetlemedir. *** Türkiye’de yargı bağımsızlığı konusunda güçlü bir geleneğin bulunmadığını, geçmişte az çok var olan geleneğin de son dönemde büyük ölçüde zaafa uğradığının altını çizmek gerekiyor. Bu çerçevede gerek yargı bağımsızlığı, gerekse kuvvetler ayrılığı konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ve Avrupa Konseyi bünyesinde yer alan Venedik Komisyonu’nun tavsiyeleri önemli bir referans oluşturmaktadır. Yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı gibi evrensel hukuk normlarına dikkat çekmenin bir anlam ifade etmediğinin, hatta bazı çevreler tarafından ‘müstemlekeci’ bir davranış biçimi olarak değerlendirildiğinin farkındayım.