Müslüman dünyanın zihinsel kodları hep bir ‘kutsallık’ kavramına endeksli olduğu için, demokrasiyi de, dinin yaşanabilir dünya tasavvurunu da anlamakta güçlük çekiyorlar. Oysa Kur’ani mesaj çok açık bir şekilde kutsallaştırılmış otoriteleri, yönetim modellerini reddetmektedir. Gerek Kur’an’da, gerekse Hz. Peygamberin sünnetinde çerçevesi çizilmiş, zamana, mekana ve kişilere hapsedilmiş bir yönetim modeli tarifi yoktur. Din için önemli olan adaletin tesisidir, hakkaniyettir, merhamettir ve kişilerin özgürlüğünün teminat altına alınmasıdır. Eğer İslam’ın mesajını en açık haliyle tarif edilen bu perspektifte değerlendiremezsek demokrasiyi kutsallıktan arındırılmış ve de Allah’ın hakimiyetine karşı oluşturulmuş bir sistem olarak değerlendirip, demokrasiye meyledenlerin de ‘aşağılık kompleksi’ ile böyle bir yola girdiklerini görmeye devam ederiz. Müslüman dünyanın reel politik tarihine baktığımızda, politik aktörlerin özellikle ‘hakimiyet’ kavramı üzerinden güç devşirdikleri ve bu kavramı totaliter eğilimlerinin aracı olarak kullandıklarını görürüz. Maalesef İslam tarihinin önemli bir bölümünde “Hakimiyet Allah’ındır” diyerek kendi iradesini Allah’ın iradesine dönüştüren yöneticiler icraatlarını halkın sorgulamasından kaçırmayı başarmışlardır. Zira Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olduğunu iddia eden yöneticilere karşı olmak, Allah’a isyan etmek anlamına gelmektedir. Geleneksel İslam siyaset düşüncesinin günümüze bıraktığı en tartışmalı miras, devleti yöneten kişinin Allah’ın yeryüzündeki vekili olduğu anlayışıdır.