Muhtemelen Bursa Erkek Lisesi son sınıfındaydım, bir Cumartesi akşamı bir arkadaşımla birlikte üniversitede okuyan abilerin kaldığı eve gitmiştik. Ev adeta bir kütüphane gibiydi ve sanki dünyanın bütün şiirleri, bütün romanları, bütün hikayeleri, felsefe ve sosyal içerikli bütün kitapları oradaydı. O gecenin hatırasının hala zihnimde bütün canlılığı ile yaşadığını görüyorum. Yemekten sonra kitapların bulunduğu büyük salonda oturulmuş, sinemadan, tiyatrodan, yeni çıkan kitaplardan ve tabii ki şiirden konuşuluyordu. Bir ara eğitim enstitüsünde okuyan bir ağabey elindeki kitabın sayfalarını karıştırırken yavaştan bir şiir okumaya başladı. /Ey ölüm, yaşlı kaptan, geri dönelim artık! Sıkıldık bu ülkeden, demir alsın gemimiz! Mürekkep gibi kara olsa da deniz ve gök, Bilirsin, ışıl ışıl aydınlık yüreğimiz! Boşalt zehrini ölüm, ağzından güç alalım! Ne gam! Cennetindeymiş, ya da Cehenneminde? Beynimiz alev alev, uçuruma dalalım, Yeniyi bulmak için bilinmezin dibinde!/ Şiir bittiğinde zihnimde müthiş bir dünya dalgalanmıştı sanki, yüreğimin bütün pencereleri açılmış ve adeta yeni bir dünya keşfetmiş gibiydim. . . Bu şiir Fransız şairi Charles Baudelaire’nin “Kötülük Çiçekleri” kitabından alınmıştı. Sonra şiir faslı devam etti, bu kez yine Baudelaire’nin “Paris Sıkıntısı” kitabından bir şiir.