Montesquieu “Kanunların Ruhu
Üzerine” adlı eserinin girişinde diyor ki:
“Cehaletin hüküm sürdüğü bir çağda, insanlar en büyük
kötülükleri yaparken dahi, herhangi bir şüphe duymazlar. Aydınlık
bir çağda ise, insan en büyük iyilikleri yaparken dahi korkuyla
titrer.”
Günlük hayatımızda sıklıkla karşılaştığımız hukuksuzluklar,
adaletsizlikler, ya da vicdanımızı sızlatan hakkaniyetsiz tutumlar
karşısında bazen yüksek sesle, bazen de korktuğumuz için sözcükleri
yutarak içimizden isyan ederiz, kimse duymasa da...
Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, yıllarca adaletin, merhametin, hakkaniyetin dinin esası olduğunu söyleyen dindarlar bile vicdanlı olmaktan, “Adem” olmaktan vazgeçmiş durumdalar.
Hal böyle olunca, dinin esasını oluşturan adalet ve hakkaniyet kavramları sadece ilahi metinlerde kalmış ve insanların hayatına sirayet edememiştir. Oysa Kur’an’da adalet sıfatından mahrum olan kişi dilsiz, aciz ve hiçbir işe yaramayan köleye benzetilerek böyle birinin, adalet faziletini kazanmış, dolayısıyla doğru yolu bulmuş olanla bir tutulamayacağı bildirilmiştir. (en-nahl 16/76) Kısacası ayette adaletin bir kemal sıfatı olduğuna işaret edilmiştir.