Sanayi devriminin her alanda yarattığı değişimlerin hukuk sisteminde de yansımaları olduğu muhakkak. Geleneksel toplumlarda hukuk, toplumsal düzenin bir parçasıyken modern toplumlarda evrensel normlara kavuşmuştur. Daha açık bir ifadeyle Ortaçağ döneminin siyasal ve ekonomik yapıları değiştikçe, buna paralel olarak hukuk sisteminin yapısı da değişmiştir.
Esas itibariyle modern toplumlarda bireyin hak ve yükümlülüklerinin ‘sözleşmeye’ dayalı hale gelmesiyle birlikte hukuk sistemi kurumsal bir hüviyet kazanmış ve bağımsız yargının önü açılmıştır.
Bugün İslam hukuku olarak tanımlanan yapı, hicretten ancak iki asır sonra kitabi hale dönüşmüştür. Ve özellikle altını çizmek gerekirse bu yapı, sistemsel bir hüviyet kazanmış yasama organına değil, daha çok İslam bilginlerinin eserlerine dayandırılmıştır. Özü itibariyle de sistemin beslendiği kaynaklar Kur’an, Sünnet ve içtihatlardır. Ancak bu ‘İslam hukuku’ kavramı, doğrudan Kur’an ve Sünnetin vücut bulmuş hali değil, temel ilkeler ışığında Müslüman dünyanın bilgi ve tecrübeleriyle oluşmuş bir hukuki yapıyı ifade eder.
İşte tam da bu açıdan bakıldığında Prof. Dr. Ali...