Modern dönemde Müslüman dünyada, dinin siyasetten ekonomiye, uluslararası ilişkilerden teknolojik gelişmelere kadar her konuda kapsamlı projeler sunduğu şeklinde gelişen ideolojik söylem son derece problemlidir. Elbette din hayat tasavvurumuza ilişkin temel evrensel ilkeleri belirlemiş, ahlaki prensiplerle genel bir çerçeve çizmiştir. Ancak bu dine dayalı bir devlet düzeni anlamına gelmemelidir. Mesela Kur’an ve Sünnet’i, yasamanın, hatta hukukun doğrudan kaynağı olarak görmek yerine, onları hukuki faaliyetlerin sağlıklı biçimde oluşmasına imkan hazırlayan bir zemini kuran temel yapı taşları, toplumsal sağduyunun ve kimliğin birincil belirleyicisi olarak görüp hukuku da akılcı ve gerçekçi bir bireysel çaba, eskilerin deyimiyle re’y olarak tanıtmak daha sağlıklı bir yöntemdir. (Prof. Dr. Ali Bardakoğlu,, Yüzleşme, s. 128)) Zaten dünya hayatının tanzimi konusunda elzem olan hukuksal ve siyasal faaliyetler dinin değil, rasyonel aklın ve bireysel tercihlerin bir ürünüdür. Eğer dine dayalı bir devlet talebi esas alınacak olursa, doğal olarak bu İslam’la demokrasinin birbiriyle yarışan iki alternatif tez olduğu sonucunu doğuracaktır. Oysa çağdaş demokratik dünyanın özgürlükçü değerlerinin, İslam’ın özü ve temel ilkeleriyle çeliştiğini söylemek mümkün değildir.