Başlığın kışkırtıcı, ama aynı zamanda absürt olduğunun farkındayım. Ancak son günlerde yaşadıklarımız dikkate alındığında galiba bu meseleyi yeniden tartışmakta yarar var.
Türkiye yıllarca askeri-bürokratik vesayetin hüküm sürdüğü, özellikle 28 Şubat sürecinde millet iradesinin yok sayıldığı, atanmışların seçilmişlere adeta yön tayin ettiği hibrit rejim tartışmalarını yaşadı. Bugün AK Parti’nin yönetim kadrosunda bulunan başta Tayyip Erdoğan olmak üzere pek çok isim, o dönemde bu vesayetçi anlayışı şiddetle eleştirdiler.
O günleri hatırlayalım, her vesileyle siyasete ayar vermeye çalışan asker ve yargı bürokrasisine karşı dindar-muhafazakar siyasi elitler “Eğer siyaset yapmak istiyorsanız apoletlerinizi, cübbelerinizi çıkarın, sahaya çıkıp öyle siyaset yapın” diyerek güçlü mesajlar verdiler. Doğru olan da buydu, çünkü demokratik toplumlarda asker ya da yargı bürokrasisinin siyasi alana müdahalenin sözünü etmek bile mümkün değildir. Zira bu tür görüntüler ancak otokrat yapılarda ve despotik Ortadoğu ülkelerinde mümkündür.
Ve sonra devran döndü, AK Parti iktidarıyla birlikte bu ara dönem ve vesayetçi anlayış sona erdirildi....