Kimi zaman imkansız sabahlarda içimizi yakan zehirli ağrılarda teselli ararız, isyana yaklaşan kalp atışlarımızı müzikle ya da şiirle susturmaya çalışırız.
Çoğu zaman uyku ile uyanıklık arasında, henüz rüyalarımızı terk etmeden ne cennet ne cehennem sadece Araf’ta kalmayı tercih ederiz. Ve “Büyük varlığın” içinde yaratılmışlığın en “mahrem” ritminde gökyüzünün derinliğindeki sessizliğe teslim olmak isteriz.
İşte böyle anlarda hayatı anlamlı kılan müziğin eşsiz tınıları yetişir imdadımıza… Çünkü hayatımızda bizi kuşatan tınılar, aynı zamanda yaşama tarzımızı, hayat kalitemizi doğrudan belirler. Bu bağlamda cazın kalitesi, yoğunluğu ve sıcaklığı da hayatımıza bir şeyler taşır.
Hangi zaman aralığında ne tür müziklerin dinlenmesi gerektiği konusunda tayin edilmiş kurallar yok elbette, ama benim için hüzün katsayısının yükseklerde seyrettiği zamanlarda cazın adeta bir ihtiyaç haline geldiğini söylesem herhalde yanlış olmaz.
Mesela şu günlerde cazın sınırlarını zorlayan ve bu müzik türünün popüler haline gelmesinde önemli katkıları bulunan piyanist ve besteci Dave Brubeck’in “Take Five” şarkısını dinliyorum.
Dünyanın en...