Türkiye'nin uzun zamandır bir muhalefet sendromu yaşadığı
biliniyor.
Bunun müsebbibi muhalefette iktidar olmayı marifet sanan CHP'dir.
Ne değişime destek verip ülkenin önünü açıyor, ne de kendisi
değişerek umut olmayı başarıyor.
Bu sonuçta CHP'yi yöneten bütün siyasi aktörlerin katkısı var.
Ama hiçbiri, Kemal Kılıçdaroğlu kadar CHP'yi
kendi geçmişiyle çelişen bir noktayasavurmadı. Bir umut
diye ona güve- nenler, destek verenler bile derin hayal
kırıklığı yaşadı.
Gelişi nasıl kaset kumpasıyla olduysa, partiyi yönetişi de kirli
ilişkilerle sürdü. Ve öyle bir noktaya gelindi ki CHP onun
döneminde, FETÖ gibi bir terör örgütünün kullandığı aparata
dönüştü. Bu durum birçok CHP'linin yüreğini sızlatıyor.
Bir gazeteci olarak 40 yıla yaklaşan meslek hayatımda çok sayıda
siyasi aktör tanıdım ve izledim. Siyasete itibar kazandıran, ülkeyi
dönüştüren az sayıdaki siyasetçiyi ayrı tutuyorum; geriye
kalanların siyasi yaklaşımlarını yetersiz veya popülist de bulsam,
hiçbirinin iyi niyetinden şüphe etmedim. Ama ilk kez, birçok insan
gibi ben de bir siyasi aktörün üstlendiği misyondan ülke adına
şüphe ediyorum. CHP içinde böyle düşünen çok sayıda insan olduğunu
da biliyorum. Onlardan birinin şu sözü bunu doğruluyor: "Bizim
Hint fakirinin ne yapmak istendiğinden emin değilim. Bu
herhalde bir proje." Belki de bu yüzden siyasi tarihimizde ilk kez
bir siyasi aktörün adıyla "yalan" bu kadar sık bir arada anılır
oldu. Sadece referandum sürecinde söyledikleri değil, geriye dönüp
bakıldığında onlarca siyasi yalanın altında Kemal
Kılıçdaroğlu ismi var. Genel başkanlığa giderken bile işe
yalanla başladı. 10 Mayıs 2010'da Baykal kaseti patladığında şöyle
demişti: "Ben aday olmayacağım."