Türkiye-ABD arasındaki görüşme trafiğinden kısa vadede bir şey
çıkmayacağının işaretini ABD Milli Savunma Bakanı Jim Matis verdi;
"PYD'yi PPK'ya karşı savaştıracağız!"
Koca küresel gücün önerdiğine bakın. PKK'ya karşı PKK'yı
kullanacak. Bunu ABD'ye güvenerek yola çıkan ve bir gün
satılacakları sürpriz olmayan PKK-PYD hattı düşünsün çünkü Türkiye
bu gerçeği 70 yıldır zaten biliyor. Dün de yazdım, ilk yardım
antlaşmasının yapıldığı 1947'den bu yana, Türkiye tehditten
ambargoya, darbeden iç kaosa kadar her türlü tuzağı yaşadı.
Bunun en hazin tanıklarından biri de ikinci cumhurbaşkanı, eski CHP
Genel Başkanı İsmet İnönü... İnönü, 1947'de Truman Doktrini
ışığında imzalanan yardım antlaşmasından sonra 26 Mart 1950'de ABD
Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı General Lawton Colins'la gizli bir
görüşme yapar. Gazeteci Cüneyt Arcayürek bu görüşmeyi "Şeytan
Üçgeninde Türkiye" kitabında "İnönü'den açık bono" başlığıyla
yayınlar. Yani İnönü'nün ABD'ye açık bono verdiğini deşifre eder. O
gizli konuşmanın çok az bir bölümünü buraya alıyorum.
Collins: ABD Kurmay Heyetleri üyelerinin, Türk Hava, Deniz ve Kara
Kuvvetleri'ne ne ölçüde para ayırabileceklerini bilmeleri
gerekiyor. Bu nedenle Türk savaş planları üzerinde bir şeyler
bilmek zorundayız.
İnönü: Türkiye ve ABD subaylarının bu gibi sorunları birlikte ele
almamaları için hiçbir neden görmüyorum.
Collins: Cumhurbaşkanı isterlerse, Türk savaş planları üzerinde
çalışan grubumuzu pekiştirmekten memnun kalırız.
İnönü: Müteşekkir kalırım. (...) Biz Amerika ile çalışıyoruz ve
sizden saklanacak bir şeyimiz yok. General ne kadar öğütte
bulunursanız o kadar memnun kalacağım...
Şimdi bu noktadan 1964'e gidelim. O tarihte 60 darbesi gerçekleşmiş
ve İnönü başbakan olmuştu. 1963 yılbaşında Makarios yönetimindeki
Kıbrıs'ta Yunan Gizli Servisi ve EOKA'nın işbirliğiyle Türkleri
hedef alan saldırıda bir askeri doktorun eşi ve iki çocuğu
katledilmişti. Bu olay ABD ile Türkiye arasında ilk ciddi gerilime
yol açtı.
İnönü, ABD'den şikâyet ediyordu: "Çalışmalarımız gizli kalmıyor.
Biz bir konuda çalışırken ya da karar aşamasındayken ABD elçisi,
ertesi sabah, daha günlük çalışmaya başlamadan ABD Başkanı'nın o
konuya ilişkin görüşünü ve eleştirisini getiriyor. Biz bu memleketi
böyle mi teslim ettik." Peki, teslim eden kimdi? Cevabını M. Emin
Değer kitabında veriyor: "Paşa haklı mıydı? Hayır değildi. Bunu
Johnson'un 5 Haziran 1964'teki mektubundan öğrenecektik."
İşte o mektupta, ABD Başkanı Johnson, Türkiye'yi tehdit etmiş ve
bunu da bizzat İsmet Paşa'nın imzaladığı 1947 antlaşmasına
dayanarak yapmıştı: "Bir saldırıda ABD'nin temin ettiği malzemeleri
kullanamazsınız." İsmet Paşa şoke olmuştu ve o yıl nisanda Time
dergisine tarihi bir demeç verecekti: "Yeni şartlarla yeni bir
dünya kurulur, Türkiye o dünyada yerini bulur."
Ne yazık ki bu tarihi çıkıştan sonra ABD'ye gidip Johnson'la
görüşen İsmet Paşa, orada da tehdit edilir: "Bahçenizde gezerken
bile sizi görebiliyoruz..." Değer bu konuşmayı şöyle yorumlar:
"Johnson bu sözüyle 'Bana danışmadan adım atmaya kalkma, görüyorsun
bahçende bile izleniyorsun. 24 saat gözlem altındasın, her
istediğini yapamazsın' demek istemişti. Gerçek şuydu, Türkiye
Truman Doktrini'nin çıkmazındaydı."
Peki, İsmet Paşa tüm bu olup bitenlerden nasıl bir sonuç çıkardı.
İşte cevabı: "ABD'nin sorumluluğuna inanıyordum, yanılmışım
demektir." Hem de ne yanılma... Demek ki siyasette yanılma
olabilirmiş. Önemli olan o yanılmadan ders çıkartmak.