Bölgenin en büyük barış projesi, Çözüm Süreci öyle kolay
gerçekleşmeyecekti. Gerçekleşmemesi için de Kandil ve HDP dahil
içerideki herkes elinden geleni yaptı. Devreye, Türk-Kürt
İttifakı'ndan rahatsız olan bölge ülkeleri de, "Biz niye devrede
yokuz" diyen "üst akıl" da girdi.
Ama asıl sorun, içerideki siyasi muhataptaydı. Türkiye tarihinde
ilk kez elini taşın altına koyan bir hükümet ve "Baldıran zehiri
bile içerim" diyen lideri Erdoğan, "ihanetle" suçlanmalarına
rağmen Öcalan'la görüşmenin önünü açarak "çözüm süreci" gibi tarihi
bir süreç başlatmıştı. Bu tarihi adıma, kurulan tuzaklara hatta
yapılan hatalarına rağmen Türkiye toplumu da büyük destek
verdi.
Ama hükümetin karşısında, Kürtler adına siyaset yaptığını söyleyen
ve sürece inanan sivil bir siyasi irade yoktu. Aslında hiçbir zaman
da olmadı. Kürtler adına siyaset yapan bir parti vardı ama
siyasi irade yoktu. Ne geçmişteki partiler üzerine düşeni
yaptı, ne de bugün onların devamı olan HDP...
Ortada her defasında "çözüm süreci bitti" diyen, "Dağa" övgüler
düzen, sonunda da Kandil'e biat eden bir siyasi irade vardı. Oysa
Türkiye'nin geldiği bu noktada, Kürt meselesi de dahil bütün
sorunların çözümü siyasetle mümkündü. İkide bir Kandil veya
Öcalan'ın devreye sokulmasıyla silahların gölgesinde, tehditle
"Çözüm süreci" yürütülemezdi.
Aslında onların sorunlarını bile siyaset çözmeliydi. Ama 7
Haziran'da Türkiye toplumundan 6 milyonun üzerinde oy alan HDP bile
bunu yapamadı. Her defasında, Eşbaşkan Selahattin
Demirtaş gibi siyasi iradenin zavallılığını gösteren şu
açıklamalar geldi: "Silahları gidin Kandil'le konuşun..."