İNSANLIĞIN binlerce yıllık felsefi tartışması: Biz özgür irade sahibi, kendi kararlarını kendi veren ve dolayısıyla kendi kaderini kendi çizen varlıklar mıyız, yoksa bizim dışımızda çizilmiş bir kadere uymaktan başka çaresi olmayan kullar mıyız?
Neredeyse tarihin başından beri yapılan, filozoflardan din
adamlarına, fizikçilerden matematikçilere herkesin katıldığı bu
tartışma son on yıldır ilgimi çekiyor; çünkü tartışma nörologların
ve genetikçilerin katkısıyla yepyeni bir aşamaya geldi.
Nörologların, beyin ve sinir bilimiyle uğraşanların çoğu size
insanın bir özgür iradesinin olmadığını söyleyecektir. Bunu da,
yapılmış ve defalarca tekrar edilmiş bir meşhur deneye dayanarak
söyleyeceklerdir: Beynimiz, biz kendi bilincimizle (özgür
irademizle) herhangi bir kararı alıp uygulamazdan çok önce o kararı
almış oluyor.
Masaya parmağını vurmak basitliğinde bir kararı bile bilincimizden
önce beynimizdeki alt sistemlerin alıyor olması, özgür iradeyle
özdeşleştirilen düşünüp taşınıp karar almamızı sağlayan
bilincimizin göstermelik bir şey olduğunu kanıtlıyor onlara
göre.
Gerçekten de, hayatımızın pek az, sahiden mini minicik bir
bölümünde bilincimiz devreye girer. Kalbinizin atmasını vücudunuza
emretmiyorsunuz veya nefes almayı. O işleri beyin bilincinize
danışmadan yapıyor. Yürürken adım atmayı düşünmüyorsunuz bile.
Otomobil kullanırken çoğu hareketiniz otomatik, hatta bazen yolu
bile düşünmüyorsunuz, bir bakıyorsunuz sokağınıza sapmışsınız.