DARBE teşebbüsünden önce de belli bazı çabalar vardı ama 15 Temmuz'dan sonra FETÖ ile mücadele bir seferberlik haline dönüştü.
Mücadelenin idari ve adli boyutları ister istemez devletin
elinde.
Yani, kamu kurumlarındaki FETÖ’cülerin ayıklanması, gerekirse
onların adliyeye teslim edildiği idari soruşturmalar ile darbe
teşebbüsü başta olmak üzere FETÖ’nün yasadışı faaliyetlerine
katılanların suçlandığı adli soruşturmalar ister istemez ilgili ve
yetkili kurumlarca yürütülüyor.
Ama FETÖ ile mücadele sadece bunlardan ibaret değil ve
olmamalı.
Örneğin FETÖ’nün önemli bir parçası olan ve bu örgütün
yurtdışındaki gücünün kaynağını oluşturan okullar konusu. Dünyanın
dört bir yanında bu örgüte ait okullar olduğunu biliyoruz.
Türkiye kendi devlet gücüyle bu okulların olduğu ülkelerin
hükümetleri üzerinde girişimlerde bulunuyor, okulların
kapatılmasını istiyor. Bazı ülkeler Türkiye’nin bu talebine hemen
olumlu yanıt verdi ve okulları kapattı. Ama bazı ülkelerde bu konu
soruna dönüştü.
O ülkeler Fetullah Gülen ve cemaatini çok sevdikleri için değil, bu
okullar o ülkelerin eğitim sisteminde önemli eksiklikleri giderdiği
için çıkıyor bu sorunlar. Mesela Irak Kürdistan’ı, mesela Pakistan.
Her iki ülke de Türkiye’nin talebini yerine getirmeye hazırlar ama
“Bu okullar açık kalsın, Türkiye bu okulları işletmeye devam etsin”
diyorlar.
Bu talep Ankara’da da makul görüldü, hatta yurtdışındaki bu
okulların devralınabilmesi için çeşitli modeller üzerinde
çalışıldı, sonunda da ‘Maarif Vakfı Yasası’ diye bilinen yasa
Meclis’te kabul edildi.
Buna göre Türkiye Maarif Vakfı yurtdışına öğretmenler ve eğitim
yöneticileri gönderecek, FETÖ’ye ait olan okullar birer birer
devralınacaktı. Ama henüz devralınmış tek bir okul bile yok.